Metin Cengiz’in Gençlik Çağı’nı-Fikret Demirağ Yazdı

Metin Cengiz’in Gençlik Çağı’nı-Fikret Demirağ Yazdı

FİKRET DEMİRAĞ

Benim gibi başka bir coğrafyadan, şiirini farklı gündemler ve poetik arayışlarla oluşturan; Türkiye’de yazılan şiiri göreceli olarak ‘dışarıdan’ bakma durumunda olan birinin, oradaki bir şiir için söz alırken çok dikkatli olması gerektiğini düşünüyorum. Yoksa, tereciye tere satma konumuna düşebilirim. Gene de Türk(iye) şiirini elimden geldiği kadar yakından izlemeye çalıştığımı söyleyebilirim. Bu yüzden, biraz geriden alarak, bu şiirin yakın dönemlerine, genel değerlendirmelerin ışığında kendimce özet ufuk taraması gerçekleştirdikten sonra, sözü Metin Cengiz’e ve yakın günlerde Yön Özel Şiir Dizisi’nden basılan yeni şiir kitabı “Gençlik Çağı”na getirip birkaç söz etmeye ‘cesaret’ edebilirim.

Türkiye’de, sanatla, edebiyatla, şiirle ilgili hemen herkesin bildiği bir süreç  söz konusu: 1995’ten sonra iyice su yüzüne çıkan DP despotizmi ve ABD uyduculuğu politikasına karşı 1960’ta başlatılan kalkışmayı izleyen 27 Mayıs Darbesi’nin bir sonucu olarak yürürlüğe giren 1961 Anayasası, görece bir ö<gürleşme ortamı getirdiği gibi, Nâzım’ın şiirinin yasaklı olmaktan çıkmasının ve temel sol teorik yapıtlarının birdenbire yayın piyasasını kaplamasının da başlangıcı oldu. Yükselen toplumsal talepler yeni bir döneme işaret ediyordu ve bu, ‘şiirin’ de bir ölçüde gözden geçirilmesini getirecekti. Bunun sonucu olarak, 1960’ların ilk yarısında bir yandan 2. Yeni Şiir, bu dönemde beliren bir grup genç şair tarafından sorgulanırken, bir yandan da aynı şairlerin elinde yeni bir toplumcu şiir uç vermeye başlar. Elbette, bu arada, bu tür tartışmaların dışında yazılan has bir şiir de her dönemde olduğu gibi, kendi kanallarını açmayı ya da yataklarını derinleştirmeyi sürdürür. Süreç içinde, İkinci Yeni’nin has ve çekirdek şairleri de, yeni dönemin ışığında şiirlerini tematik ve bir ölçüde de poetik açıdan gözden geçirme gereğini duyarken, 1960’lı yıllarda beliren ve şiirlerini sonraki dönemlere de taşıyacak olan şairler (başlıca temsilciler) de imzalarını belirginleştirme sürecine girmişlerdi. 1970’lere yaklaşılırken, Fransa ve Almanya’da patlak veren ve kısa sürede başta Avrupa’da, değişim sancıları çeken geniş bir haritayı sarsan öğrenci hareketleri (68 olayları) ve dünyada bir yükseliş trendi gösteren devrimci potansiyel, Türkiye’de karşılığını bulup, süreç 1972 askeri darbesiyle kesilince, kısa bir yılgınlık ve sinme döneminden sonra, toplumsal tepki ‘patlama’ya dönüşür; şiir de bu çerçevede söz alma gereğini duyar. Ne var ki, ortamın güncel ve ivedi talepleri, beklentilerin ve umudun şiddeti, ŞİİR’i, 1970’li yıllarda ortaya çıkan sahici şairlerin değil, ama ‘militan’ ya da başka bir kimlikle ‘mesele’nin bir ucundan tutması daha hayırlı olacakken, ‘şairliği’ seçenlerin elinde bir tür parti bildirilerine dönüşür. ‘Toplumcu şiir’ kavramının içini boşaltan bu tür metinler, ortalığı ‘kirleten’ bir enflasyon yaratırken, o dönemde yazılan sahici genç şiirin de üstünün bir süreliğine de olsa ‘sisle örtülmesine’ neden olur. Bu da her dönemde olduğu gibi, toptancı yargıları getirir: 1970 kuşağının şiir kötü, başarısız bir şiirdir! Sloganlarla, kavramlarla çoğaltılmış basmakalıp metinlerdir! Ne var ki, her toptancı görüş gibi bu da yanlıştı ve geçersizleşmeye yazgılıydı. Nasıl ki önceki dönemlerin (Garip, 2. Yeni), ve sonraki dönem (1980 dönemi/Özalist, Apolitik!) şiirleri için verilen toptancı yargılar yanlışsa ve ölmeye mahkumsaydı! Nitekim, 1970 döneminden de (önceki ve sonraki dönemlerde olduğu gibi ve her zaman, her yerde, her konuda olduğu ve olacağı gibi), sahici olanlar kalır ve bu sahiciler, şiirlerini yeni açılımlarla bugüne kadar sürdürürler; sahte olanlarıysa sel götürür.

Selin gidip kumun kaldığı gerçeği 1980’li yılların şiir ve şairleri için de geçerli. 1980’lerin başlarında yaşanan İkinci ve daha ağır ‘şok’ ve toplumda yerleştirilmeye başlanan yeni ‘değerler’ kaosunda ‘yeni bir etik’le yetişen kuşağın şiirinin de ‘Özalist gençliğin apolitik şiiri’ biçiminde suçlanmasını da aynı toptancı yargı anlayışının bir sonucu olarak görmememiz için bir neden yok. Nasıl ki, 1990’lı yılların şiirine yöneltilen toptancı yargılar ne kadar yanlışsa! Genel eğilimler olarak geçerli olabilecek bu tür yargılar, bir dönemi toptan yargılamaya dönüştüğü zaman yanlış olmaktan kurtulamıyor.

Bu uzunca –ve gereksiz bulunabilecek- girişi, bir 1980 kuşağı şairi olan Metin Cengiz’le ilgili söz alacak bir yazı için gerekli buluyorum. Dahası, kaçınılmaz. Ve 1970 yılları şiirini toptan karalamaya yönelik ithamları (aşırı bireyci’, toplumsal olana kapalı oluş) şiirleriyle geçersiz kılan; hem poetik ve tematik hem de etik olarak ‘şiir’in (bu arada, kötü şairlerin ellerinde içi boşaltılan ‘toplumcu şiir’ kavramının) içini ‘dolduran’ dönemin (ve bugünün de) şairleri arasında önemli bir yeri olan Metin Cengiz’e gelmek istiyorum.

Metin Cengiz, yaşanmışlıktan, biriktirilenden yola çıkan; gerçekliğin zemininden ayrılmayan, ama didaktik kuruluğa da düşmeyen, şiirini zengin imge ve metaforlarla dokuyan bir şair. Gerçi, önceki kitaplarındaki ‘Orman’da ağacı, ‘ağaç’ta ormanı gözden kaybetmeme tavrı, Gençlik Çağı’nda bireyin iç dünyasına yoğunlaşma biçiminde bir ibre oynaması gösteriyor; bunu da, toplumsal planda yaşanan onca düş kırıklığı, acı, parçalanıp dağılma ve içinden geçilen kaotik süreç ışığında, orta yaşın eşiğinde ‘yorgun bir savaşçı’nın tavrı olarak, anlayabiliyorum.

Metin Cengiz, yaşanıp geçilenlerden (!) ve yaşanmakta olanlardan (şoklardan, acılardan, düşkırıklıklarından) yola çıkarken, şiirini derin bir gözlem ve sezgi gücüyle kuruyor. Hayat’ın kırılma noktalarında söz alırken, yer yer apıtsı bir ritm –hatta yer yer bir cenaze ritmi- tuttursa da, insan’ın ve toplumsal olanın gizilgücüne, sağduyusuna, tükenmezliğine –hâlâ- güveninden de kaynaklanan bir tavırla, ‘tünelin ucundaki ışık’a işaret etmekten geri durmuyor. Şiirinin odağına yersiz ve temelsiz bir iyimserliği değil, ideolojik ve diyalektik bir temeli olan’ı yerleştiriyor. Kaba, vulger bir toplumculuk sergilemiyor; tersine, ‘toplumcu şiir” kavramından yanlış şeylerin anlaşıldığı dönemlerde, belirli çevreler tarafından ‘burjuva duyarlıklı zayıflıklar, ayrıntılar, durumlar’ olarak ‘lüks’, ‘yanlış’, ‘çarpık’ kabul edilen, bu yüzden de bucak bucak kaçılan insani durumları, iç dünyasına ilişkin olanı, incelikleri, ayrıntılarla ‘esas’ı gözden kaçırmadan; şiirini, tematik ve poetik olanın ‘altın dengesi’ içinde kuruyor. Ta başından beri var olan bu altın dengeyi, Gençlik Çağı’nda daha da yetkinleştirmiş olarak sürdürüyor ve yarınki şiirinin ipuçlarını haber veriyor. Yaşanıp ‘geçilenlerden’ ve yaşanmakta olanlardan (şoklardan, acılardan, düş kırıklıklarından, parçalanıp dağılmalardan, yükselen ‘yeni değerler’den) yola çıkarak, şair öznenin iç dünyasında yoğunlaşmış olarak, şiirini derin bir sezgi gücüyle kuruyor. Hayat’ın kırılma noktalarında söz alırken, yer yer ağıtsı bir ritm –hatta bir ‘cenaze ritmi’- tutturuyor, yer yer de ontolojik bağlamda felsefik, ruhbilimsel ve sosyolojik boyutlar içeren bir bilgelikler alanında derinleşmeyi seçiyor. Bir dönemde –özellikle azgelişmiş solculuk tarafından- ‘burjuva duyarlığı’, ‘kaçış’, ‘zayıflık’ ve ‘lüks’ olarak algılanan, bu yüzden de ‘ideolojik’ olarak bucak bucak kaçılan, bireyin iç dünyasına ilişkin boyutlarda yoğunlaşıyor: “dallarımız sarktı yere, yapraklar/ sanki kızgın güz yolculuğundalar/ kış, doğanın o tatlı uykusu/ sessizce sarmakta ruhumuzu/…. şimdi şiir kan kokusu çekiyor/ ağır bir mecaz olarak burnuna/ sessizliğin fırtınasıdır emiyor/ insanın çürüyen belleğini koylara” ve kaotik hayattan gözlemler: “… artık sayfalar beyaz, hep aynı sözler/ gibi öğrenciler, trenler, vapurlar/ çünkü çocuklar derin uykuda sarhoş dururlar/ çocuklar ki hep aynı masalda abc k’özler/ her sabah bir imgenin eksilme gerçeğiyle…” (“Cehennem Us ile İmge”, s. 24). Ve sanki mekân ve bağlam farkıyla ve adeta bir cenaze ritminde, sanki bir Yesenin versiyonu: “elveda elveda dostlar, elveda hepinize/ fırtınalı bir yaşamdan kalan son güçle/ kim bilir nasıl haz duyacak azrail benden/ orakla biçecek çılgın tadlarla gerilmiş bedenimi/ şu durmadan inleyen şiirleri yazdım diye” (Gövdem Toprağa Dua Şimdi, s. 25). Yıkımlardan, düşkırıklıklarından gelen, ama ‘hiçbir şeyin boşa gitmediğine’, ‘şiirin boşuna yazılmış olmayacağına’ ilişkin inancı tam, ortayaşın eşiğinde, ama ruhu ve inancı genç bir şairin diyalek akıl yürütmesi: “ben, gençlik çağımdaki şair, toprağa/ kupamdaki şarabı serpeceğim, göğün/ ve şiirin bereketini sunmak için halklara” (Gençlik Çağı, s. 7). Ve aynı inancın, anlayışın başka sayfalara yayılmış izleri: “deşmek gerekir şu karanlığı bir daha/ madem ki tanrılar içlenip iç çekiyorlar/ çocuklar ilk bildirilerine kimlik olduğunda!”; “hadi sökelim şu mühürü… yırtalım zarını/ güzelliği, uçsun ırmağında gönül kuşu/ gönül kuşu ki fiil çekimi kara” (Renk Sarısı, s. 10) ve “çünkü kan içmek kolaydır. Sabah vakti/ yakılan mum gibi boş düzendir. Ve bu şiir ne-/ tameli bir ülke içindir…” (İsyan, s. 13), ‘Alacakaranlık kuşağı’ndaki bir ülkeden ve çağdan tanıklıklar: “şimdi gecedir, söylenmemiş iri bir sözdür gece/ gece, kanayışlı sansürsüz söz, belirsiz…”; “şimdi gecedir, bir efsane akseden gece/ yıldızların inmesi gibi dağlara…” ve “şimdi kanayışlı pürüzsüz söz, belirsiz/ bir sahra ışıltısıyla yanar hecede, sanki/ ay parlar savaş alanlarında, altınlaşır izler…” (Şarabi Hayat, s. 16). Hüzünle ve öfkeyle hatırlama ve yaşanan dersler ışığında hale ilişkin bir uyarı: “bizi hep kuytu zamanlarda vurdular/ mumlardaki mühürdü karanlığın omzumdaki eli/ nergis mahmur, lâle işkilliydi/ bizi kavrulan yolun şafağında vurdular” (Kuytu Zamanlar, s. 18). Günün hal-i pürmelâline karşı; sayfası altına düşürülen bir not: “demek ki hal diliyle yükseliyor suç bayrağı/ o anlamlı illet…” (Suç Bayrağı, s. 23) ve ‘yorgun savaşçı’ kabuğunun altındaki gizli deprem, zonklayan bir hayatın içinden geçiş dizeleri: “ateşli hayat galip dolaşıyor hâlâ/ yüzümü gizleyip dolaştığım sokaklarda…” (Sessizliğin Ürpertisi, s. 17)

“Meseller” bölümünün 25 şiiri ayrıca üzerinde durulması, irdelenmesi gereken bir toplam.

Metin Cengiz şiirine, “Gençlik Çağı”nın odağından bakarak, şimdilik, bu yazının noktasını şöyle koymak istiyorum: Cengiz, elitist bir tavır içinde değil; avangard bir şair de değil; ‘anlaşılmamak’ gibi özel bir çabası da yok; ne var ki, şiiri çok geniş kitlelerin alımlayabileceği bir şiir değil ve bu onun bir seçimi (ve derdi) olmasa da, şu gerçeğin altını çiziyor: Şiiri, okuyucusundan bedel ödemeyi bekleyen bir şiir. Özel alan bilgisi olan poetik bilgi asıl olmak üzere, düşünsel ve deneysel bir birikim ve özümsenmişlik bekliyor okurundan. Hiçbir şey o kadar beleş değil çünkü. Adı sütünde: Şiir.

Bence, son yıllarda yayımlanan şiir kitapları arasında üzerinde dikkatle durulması gereken yapıtlardan biri.

“Metin Cengiz ve Gençlik Çağı”, Varlık, Ocak 2000