Yol Kenarındaki Söğüt Ağacının Türküsü/ Yıldız Cıbıroğlu

Yol Kenarındaki Söğüt Ağacının Türküsü/ Yıldız Cıbıroğlu

YILDIZ CIBIROĞLU

Metin Cengiz’in bir şiirinde, hem ince bir duyarlıkla hem de bilinçdışıyla yakaladığı, söğüt ağacının oynaş kadınla (ve eski aşk tanrıçasıyla) örtüşen imgesi, yazılı belgelere göre beş bin yıllık. Şair, bir kadın gövdesinin –onu erkek gövdesinden ayıran- salınımlarını, giderek bir dansözün salınımlarını, kadının yerine salkım söğütü anlatan sözcüklerle görselleştirmektedir adeta. Bu şiir çok başarılı bir eğretileme (metafor) örneğidir bence.[1] “Söğüt ağacı uğunup duruyordu,/ (…) Telaşlı, üzgün ve hızlı çarpışmalarla/ dallar ve yapraklar dövüyordu birbirini./ On dördünde bir kızın rüzgârdaki saçları gibi/ her salkımı ayrı bir örgü örüyordu./ Zayıf, cılız bir söğüt ağacıydı işte.

(…) Derdi neydi, âşık mıydı bir yolcuya, bilinmez/ kıyıları döven dalgalara benziyordu dalları/ Yaprakları sıçrayan sulara kayalıklarda./ Kendini mutlaka bir dansöz sanıyordu.

Bir kolu sola bir kolu sağa, bir rüya/ havada şöyle bir dolanıyordu./ Sonra eğilip bir düşü, öne doğru/ bütün güzelliğiyle salınıyordu./ Derken eller önde kavuşup, sevinçten uçarak/ öpüşüyordu defalarca, -yıkanarak aynada/ birbirine âşık iki genç gibi.”

S sesini duymuyoruz şiirde ama s sesinin eski insanların zihninde oluşturduğu görsel imgeyi (imago); dallarını S’ler yaparak aşağı salmasını, salınımını, sallanmasını, sarkmasını, savrulmasını, sarılmasını hissediyoruz. Şair söğüt ağacıyla yarattığı metaforda danseder gibi devinimlerden ve hafifliğinden ötürü iki anlamda da oynak, güvenilmez, aşkta ve cinsellikte özgür, ama sorumsuz kadın kimliğini anlatıyor. Sümer destanlarında ataerkil yapı ilerledikçe çok eşli aşk tanrıçasının da giderek bu zayıf karaktere büründüğünü görürüz.

“Gidi ilkel sessizliğin söğüdü, seni/ İstanbul’a götürmek var koklamak için/ Çiçek yerine, sabah akşam/ ve sarmak gecenin kollarıyla./ O canım yabansılığınla ne güzel şarkı olurdun/ ateşler yakardın perişan ruhumda/ dağ taş da konuşmaya başlardı ama/ bu cazibenle, bu huyunla sen/ çabuk bıkardın benden/ özlerdin gelip geçenleri yoldan./ İyisi mi kal yerinde/ oyna ş dur.”

John Ayto, etimolojik İngilizce sözlüğünde sallow sözcüğünün Prehistorik Germen dilindeki salwa’ya kadar gittiğini, Fransızca’nın da saule/sale sözcüğünü aynı kaynaktan aldığını; bu sözcüklerin ortak anlamlarından birincisinin kirli/pasaklı anlamına geldiğini söyler. Türkçe’de salkım saçak sözü benzer niteliği çağrıştırır. İngilizce’de sally sözcüğü pasaklı anlamına da gelir. (Sala, Şala tanrıça Salma’nın öteki adları.) Söğüt ağacının yere sarkan, savrulan dallarıyla oluşturduğu etki, eski saygınlığını yitiren söğüt tanrıçasını dilde olumsuzlamak için kullanılmış olmalı. Metin Cengiz’in şiirinde, evrensel söğüt imgesinin bu salkım saçak görüngüsünün daha gerisinde, “yabanıllar”daki üst ben tarafından denetlenmeyen, doğal içgüdülerin, taşkın duyguların yönettiği “güvenilmez” kadın kimliği de var. Passolini, Medeia filminde Medeia’ya kabaran dalgaları örnek alan bir giysi giydirmişti, ki bu şiirdeki söğütle örtüşmektedir o giysi. İşte Metin Cengiz’in şiirindeki söğüt-kadın kimliğine cuk oturan da budur.

            “Üç Sanatçıda Salkımsöğüt” üst başlık, ‘Metin Cengiz’de Söğüt Oynaş’ alt başlık, Adam Sanat, Ocak 2003

[1] Metin Cengiz, “Yol kenarındaki Söğüt Ağacının Türküsü”; Adam Sanat, Temmuz 2002, sayı 198, s. 88