Metin Cengiz
Sorunuz birbirinden farklı iki saptamayı içeriyor. Bu saptamaların her biri nereden bakıldığıyla ilgili, dünyaya tutulan objektifin odak ayarına, zumlandığı noktaya göre kendi içerisinde haklı ve tutarlı. Nitekim indirgemeler tek yanlılığından, olaya detaylı bakışı engellediğinden vb. eksik ve hatta zaman zaman yanlış da olsalar, gerçekliği kavramak için kaçınılmaz bir yöntem olarak görülüyor halen. Sizin ise iki farklı indirgemeye dayanan iki sorunuz var. Ve her biri yukarıda kısaca değindiğimiz üzere haklı ve bir iç tutarlığa sahip indirgemeler.
Bu kaçınılmaz saptamaların birçoğu da yalan yanlış bilgilendirmelere dayanıyor. Eksik ve yanlış bilgi, Arap ülkelerini iyi tanıyamama, sanki bu ülkelerdeki halkların yapısı aynıymış gibi bir inanca sahip olma vb. sonucunda özellikle de bizim medyada herkes bir yorum yapıyor. Sözde uzmanlar, kanaat önderleri kuru sıkı, bol keseden atıyorlar. Bu sebeple neler olduğunu yabancı basından izlemeyi tercih ediyorum. Ama şunu daha baştan söylemeden edemeyeceğim. İç dinamikler olmadan dış projelerle halkı sokağa dökmek mümkün değildir. Değişim isteği halkta somut bir güç haline gelmemişse diktatörlüğe karşı salt dış güçler istedi diye halkı sokağa dökemezsiniz. Parayla, ya da salt menfaat icabı şakşakçılık birkaç gün sürer. O da hemen kendisini belli eder.
Şimdi neler olduğuna yapılan değerlendirmelerden yola çıkarak bir bakmakta yarar var. Geçtiğimiz günlerde (11 Şubat 2011) ünlü kanaat önderlerinden Cengiz Çandar NTV’de konuşuyor. Devrimin “yönetenlerin eskisi gibi yönetemediği, yönetilenlerin de eskisi gibi yönetilmek istemediği” bir durum olduğu tanımından hareketle Mısır’da bir devrim olduğunu söylüyor. Karşısında programı yapan sunucu kadın ki sanırım sözlerin ilginçliğine, keskinliğine atfen, programın akışını da hızlandırdığı için olacak, olumluyor konuşmayı. Ortadoğu uzmanı olduğu belirtilen Cengiz Çandar öyle anlaşılıyor ki ya ödevine iyi hazırlanmamış. Veya olup bitenleri iyi okuyamıyor. Nedeni ise gayet açık. Devrim tanımı eksik. İktidara karşı her başkaldırı, başarılı olsun olmasın, devrim diye nitelenemez. Böyle baktığımızda Osmanlı topraklarındaki birçok kalkışmayı devrim diye tanımlamak gafletine düşebiliriz. Velev ki iktidarı devirip yenisini kursun, sonuç yine değişmez. Nasıl ki İran’da Humeyni önderliğinde yapılan karşı devrim diye tanımlanıyorsa, Mısır’da Müslüman Kardeşler’in önderliğinde gelecek rejim de devrim olmayacak. Neden mi?
Akşam gazetesinde Şenay Yıldız’ın (09.02.2011) Müslüman Kardeşler örgütünün liderlerinden Dr. Aşraf Abdelgaffar ile yaptığı röportajı okuyan bunu gayet iyi anlar. Şöyle diyor Abdelgaffar, “Mısır, en başından beri, Mübarek rejimi döneminde bile anayasal olarak laik bir devlet değildi. Bu bizim kültürümüz.” Burada durmak gerekiyor. Ve iki şeyin altını çizmek kaçınılmaz. İlki Mısır’da yapılacak değişimin laik olmayacağı üzerine basa basa söyleniyor. Laiklik bir veba gibi gösteriliyor. Oysa gerçek çoğulculuk, eşitlik, adalet ancak laiklik ile olanaklıdır. Bizim ülkemizde de İslamcı kesimlerde halk arasında laikliğin dinzsizlik, Allahsızlık olduğu propagandası yapılmaz mı?
İkinci olgu ise laikliğe karşıtlığın bir kültür olarak gösterilmesi. Yani yaşam biçimi, gündelik hayatı örgütleyen bir değerler silsilesi. Demek Mısır’da değişim gerçek bir demokrasiden oldukça uzak. Oysa Tunus ve Yemen’de durum başka. Buna Ürdün ve Suriye’yi de katabiliriz. Bu ülkelerde dini referans alan gruplar iktidara yön verecek denli güçlü değil. Halkın yaşamı, hayatlarına yön veren değerler silsilesi Mısır’dakinden çok daha farklı. Tunus’ta Afrika kökenli köklü inançlar ve Afrika sufi anlayışı İslamiyetin değerlerini yumuşatıp değiştiriyor. Yemen’de eski Güney Yemen Halk Cumhuriyeti (1967-1970) ve Yemen Demokratik Halk Cumhuriyeti (1970-1990) deneyleri unutulmamalı. Ayrıca bu ülkedeki yaşam biçimi katı uygulamalara açık değil. Halkı çok daha tutucu olmasına karşın İslamiyet bu ülkelerde günlük hayatı örgütleyen değerler silsilesinden sadece biri. Ama egemen olan güç değil. Ürdün ve Suriye ise kendilerine özgü ülkeler. Ürdün’de Çerkesler, Dürziler ve Hıristiyanlar da önemli bir güç. Müslümanlar ise farklı siyasi kümelenmeler içinde.
Mısır ise oldukça farklı. Ben tanık olduğum bir olayı hiç yorum yapmadan olduğu gibi aktarıyorum. Dürziler ve İlerici Araplar tarafından Nasıra’nın Maghar köyünde düzenlenen Nissan-Maghar festivaline birçok defa katıldım. Ve Varlık’ın sayfalarında da bu festivale ilişkin yazmıştım. Bu festivale Mısır’dan ve Ürdün’den maddi, manevi katkı sağlayan kurumlar adına katılanlar olurdu. Bunlardan biri October Magasine adlı bir dergide şef editör olarak çalışan arkadaşım Hüssein Serag idi. 2010’da Mısır’dan her yıl gelen ekibi göremeyince festival komitesinden bilgi istedim ve Müslüman Kardeşler tarafından aldıkları tehdit üzerine katılamadıklarını öğrendim. İsrail’de barışın tesisi için yapılan ve önemli bir ilerleme de sağlayan bir festivale katılımı bile engelleyen Müslüman Kardeşler’in çoğulcu düşüncelere, farklı yaşam biçimlerine vb. ne denli açık olduğunu bu olaydan hareketle anlamak mümkün.
Ama yine de ben bu yazı üstüne sevgili arkadaşım Hüssein’e nasıl olduğunu sordum, Mısır’da demokrasiye mi yoksa Müslüman Kardeşler yönetiminde bir rejime mi gidildiğine dair bilgi istedim. İşte bana email aracılığı ile yazdıkları: “Dear Metin, Thank you for your kind asking about me. I would like to tell you that I’am ok. Don’t worry about Egypt. Every thing will be fine… The extrimsts can’t take the power because they are hated from the people. Any government in Egypt will keep peace but we asked for more democracy and we got what we wanted. Thanks again, Hope to see you soon, Yours, Hussein Serag” Türkçeye çevirirsek, şöyle diyor Hüseyin Serag, “Sevgili Metin, hakkımda bu güzel sorudan dolayı teşekkür ederim. İyi olduğumu söylemek isterim. Mısır hakkında endişelenmeyin. Her şey güzel olacak. Aşırı güçler iktidar olamazlar. Çünkü halk onlardan nefret ediyor. Mısır’da her hükümet (yönetim) barışı sağlayacaktır fakat biz daha fazla demokrasi istedik ve ne istediysek onu aldık. Tekrar görmek isterim. Sizin, Hüsssein Serag.”
Konuya halk hareketlerinin özellikleri açısından bakarsak… Kalkışmaya katılan, halk hareketinde yerini alan farklı isteklere sahip, farklı amaçlar etrafında kümelenmiş gruplar, partiler elbette ki olacaktır. Buna ikbal avcıları, halkın değişim isteğini kullanmaya kalkışan çıkar grupları, değişim rüzgârıyla programlarını pupa yelken şişiren sözde gelişmeci statükocu partiler ve gruplar, çeşitli yenilikçi akımlar, liberaller (özgürlükçüler), farklı bakışa sahip sol gruptan devrimciler, anarşistler, feministler, değişimden bir rüzgâr olsun yakalamayı uman marjinal gruplar, mafyoz örgütlenmeler, emperyal dış güçler vb. da dâhildir. Dış güçler ve onlar tarafından yapılan projeler doğrultusunda değişim olarak görülse bile, bu projelerin bu ülkelerdeki eğilimleri inceleyerek yapıldığı unutulmamalı. Ilımlı İslam, Büyük Ortadoğu Projesi de böyle. Araplarda bir kültür, yaşamsal değer olan İslamiyetin ılımlılaştırılarak tedrici de olsa demokrasiye doğru evrilmelerini sağlamak diye açıklanabilecek bu iki proje buralardaki halkları harekete geçiren temel faktör olarak görülmemeli. Bütün bu bir yumak halinde birbiri içine girmiş hareketleri kontrol eden, öne çıkan, çıkarılan bir güç vardır ki ivmeyi o yakalar. O önderlik eder, halkı ardından sürükler, organizasyonu o sağlar. Hal böyle olunca Tunus’ta, Yemen’de ve Mısır’da olanlarda ortak yan demokrasi isteğidir, değişim isteğidir, ama aktörler ayrıdır, halk hareketine önderlik yapabilecek daha örgütlü, daha organize ve güçlü gruplar da değişik görünüyor. Örneğin Tunus demokrasiye daha yakın duruyor. Umarım Tahrir meydanında biriken halkın demokrasi ve özgürlük talepleri sevgili arkadaşım Hüseyin Serag’ın da dediği gibi başarıya ulaşır.
Varlık, Mart-Nisan 2011