Yazınsal Dille Yazma Çabası

Yazınsal Dille Yazma Çabası

Metin Cengiz

 

Eskiden edebiyatımızda, genellikle de romancılarda ve öykücülerde görülen bir hastalık vardı. Parlak, cilalı cümleler kurmak. Bu tür cümleler yazınsal dil sanılırdı. Eleştirilerinin keskinliğiyle tanınan Fethi Naci, bu tür sözde ustalıkları hemen bulur, açık ederdi. Gücünü Yitiren Edebiyat ders veren eleştirilerle dolu. Keşke edebiyatçılarımız usanmasalar da yeniden okusalar! Bir iki örnek verelim Fethi Naci’den: “…sessizliğin buzsu camını keskin bir elmas gibi ikiye bölmüştü.” (Kamuran Şipal); “Sonbahar bir ayrılık şiiri gibi sarmalamıştı beni…” (Erendiz Atasü); “Perdeler kim bilir kaç yazdır amansız bir güneşi emmekten bitip tükenerek kavruk bir toz kokusuyla kalakalmıştır.” (İnci Aral). Fethi Naci nereden alıntıladığı konusunda bir bilgi verme gereği görmüyor. Ve yazınsal dilin bu tür anlatımlarla elde edilmeyeceğini alıntılarla açıklıyor. İşte o alıntılar, “Yazınsal dil… bir sözde açıkça söylenmeyen şeyin, o sözün kullanıldığı bağlamdan çıkarılabileceği ilkesiyle ortaklık taşır. Söylenmeyenin söylenenden çıkarılabileceği ilkesi, yazınsal söylemin temelidir.” (Akşit Göktürk, Okuma Uğraşı, s. 176); “Örneğin yazını (edebiyatı) bilimsel iletişimden ayıran, tek sesli, tek anlamlı olmayışıdır; dil sanatçısı, üzerlerine düşürdüğü ışıkla, verdiği ağırlıkla, sözcükleri birkaç anlama gelecek biçimde kullanabilen kişidir. (…) Felsefede her cümle tek bir anlam taşımalıdır. (…) ‘Düşünüyorum öyleyse varım’ cümlesi türlü yönlerde sayısız sonuç yaratabilir; ama cümle olarak yalnız Descartes’in verdiği anlamı taşır. (…)” (Sartre) Bizim kısa kestiğimiz alıntı hakkında Fethi Naci yalnızca Sartre adını vermeyi yeterli görüyor. Ve konu üzerinde durmaya devam ediyor. “Bak.: Romanın ve Hikayenin Dili”.
Okuduğumda “Vay be, bir zamanlar edebiyatın sorunları ne denli ciddiymiş?” demekten kendimi alamadım. Bugün romanımızda yazınsal dil denildiğinde yine süslü püslü cümleler mi anlaşılıyor? Romanın sorunu keşke bununla kalsa, edebiyat yapmak derdiyle sınırlı olsa.
Şiirde durum daha kötü.
Eleştirmeye nereden başlayacağını şaşırıyor insan.
Ama biz yine de neresinden olursa olsun, bir yerlerden başlayalım dedik. Sıra işi!
Geçenlerde Kurşunkalem dergisi geçti elimize. Neresinden başlamalı ki söylenmeye? Gültekin Emre “Kopuk” kitabı üzerine yazarıyla sohbet ediyor (Eylül-Ekim 2011). Sohbet derginin ilk konuşması. Hulki Aktunç dosyasından, Fergun Özelli ile yapılan konuşmadan, yıllarını şiire vermiş onca şairin ürünlerinden bile önce yer alıyor bu sohbet dergide. Gültekin Emre’nin yaşına binaen diyeceğiz, olmuyor; zira şiiri daha geride. Zaten derginin ilk şairi de genç bir şair, Taner Cindoruk. Daha yaşlılar kıdem gereği olsa gerek, daha geride yer alıyor (!) Gültekin Emre hevesli bir genç olarak sorular soruyor üstadına(!) Ona çanak tutuyor. O da o çanağa… İşte, YKY yıllığını protesto etmek için imza veren yaklaşık elli şaire “vasat” denilerek yapılan hakaret de ekleniyor bu gevezeliğe. Gültekin Emre de sessiz kalarak ortak oluyor bu hakarete.
Kurşunkalem’in bir bildiği vardır diyelim, öyle diyelim. Tıpkı Gültekin Emre’nin olduğu gibi. Belki de sohbetler, röportajlar artık, Aydın Şimşek’in bir konuşmamızda söylediği gibi, “edebi metin”den sayılıyordur da bizim haberimiz yoktur.
Bazıları, kim bilir neler uğruna, kendilerini bu durumlara düşürebiliyor.
Yani zaman bu zaman. Eleştiriye her zamankinden daha şiddetli ihtiyacımızın olduğu bir zaman.
Eller süpürgeye… pardon, kaleme.