Laura Garavaglia İtalya’nın Milano şehrine bağlı Como şehrinde yaşıyor. Como Gölü’nün serinlettiği bu küçük ama güzel şehirde bir de dünyaca önemli bir festival düzenliyor Laura Garavaglia: Festival Internazionale Europa in Versi. Bu yıl 18-20 Mayıs arasında festivalin sekizincisi düzenlenecek. Garavaglia bu festival kapsamında genç şairler arasında bir de şiir okuma yarışması yaparak gençleri teşvik ediyor.
Laura Garavaglia’nın şiiri anlatımcı bir şiir. Karşılaştığı kimi meseleleri şiirle çözmek, başkalarına bu meseleyle ilgili şiir düşüncelerini iletmek onun poetikası. Hayatı yalnızca dünya ile sınırlamıyor, daha geniş, evren düzeyinde ele alıyor, evrendeki yıldızların, gezegenlerin hareketliliğinin insan hayatı ile kesişen ortak yönlerini imliyor. Örneğin zamanı sorun ettiği bir şiirinde zamanın da bir gün tükeneceğini, insanın yokluğa karışacağını, açıklanmamış formüller gibi zamanın biteceğini söylerken günlük hayata şöyle dönüş yapıyor: “Sabahın zayıf yıldızı/ günlerinden macerasını çalıyor.”
Geniş bir perspektiften bakıyor bakıyor hayata. Günlük hayatın monotonluğuna alışmış insana hayatın evren düzeyinde taşıdığı anlamı gösteriyor. Evrenin gidişatının hayatımızla ilgili, bizim pek de göremediğimiz önemini vurguluyor. Ancak deniz kenarında sular gümüşlendiğinde ayrımına vardığımız güneş, , geceleyin akıp giden yıldızlar… bunların insanın kaderiyle olan bütünlüklü anlamını apokaliptik betimlemelerle anlatıyor. Yukarıda açıklanmamış formüller gibi dedik. Bu söz, alıntıladığımız iki dizenin hemen üstünde yer alan bir dize. Ve Laura Garavaglia’nın matematikle nasıl içli dışlı olduğunu,hayatında matematiğin kapsadığı önemi de gösteren bir dize. Hayat şair için evrenin bir kalp atışı gibi. Her şey o kalp atışına bağlı. Güneş, rüzgâr ve günlük hayatımız.
Şiirin bir görevi de gözümüzden kaçan ancak dipte hepimizi ilgilendiren önemli olguları göstermektir. Laura Garavaglia şiirinin bir diğer özelliği de bu. Yaz şiirlerinde bunu daha net görüyoruz. Yazı betimlerken güneşi, kumsalı… değil, göremediğimiz şeyleri gösteriyor bize: iskele, deniz kabukları, Azize Lucia, gözleri ve boynunda bir denizanasının kanayan sarılması… Aklımıza Meduza geliyor ve Aziize Lucia ile olabilecek olan ilişkisi. Yaz şiirinin ikincisinde ise bellerine değin suya batmış çalışan mahkumlar, hindistan cevizi… Yazın görüntüsü değişebilir ama bu fon hep aynı. Mahkumların ucuz emek güçleri ve bizim için çalıştıklarına belli belirsiz bir vurgu. Hakikate doğru işleyen bir şiir her ikisi de. İlki sezilemeyen daha mistik bir ilişkiyi, ikincisi görüp de üstünde durmadığımız bir ilişkiyi gösteriyor. Şiirin işlevi bu. Alışılmış görüntülerin ardında olup biteni bize göstermek ya da yeni ilgiler kurarak hakikatimsi (gibi, öyle) aracılığıyla dış dünyadaki gerçekliğe bakışımızın ufkunu arttırmak.
Asperger Sendromu’nda ise mecazı anlayamayanların mükemmel bir tanımıyla karşılaşıyoruz. Dünyanın mecazi rengini yani gerçekliğini kavrayamayan hastalıklı bir insanlığın da tanımı bu. Bu kaos aslında hepimizi tehdit eden bir olguyu seriyor gözlerimizin önüne. Ahmet Haşim’in “melali anlamayan nesle aşina değiliz” sözlerini “mecazı anlamayan nesle aşina değiliz” diye değiştirebiliriz.
Sayıların, kürelerin sistemiyle, müziğiyle bize varoluşumuza ilişkin çağrışımlar sunan bu şiir bize evrenin ne denli bütünlüklü, incelikli ve anlaşılmaz yasalara sahip olduğunu da gösteriyor. Dahası onun bir organizma olduğunu imliyor. Yaşayan, belli bir ömrü olan, nefes alıp veren bir organizma. Elbette şiirin olanaklarıyla, şöyle bir göstererek.
Farklı bir ses, değişik bir şiir. Şiir okurlarının ilgi göstereceğini düşünüyorum.
Metin Cengiz