Okunaksızın İmkânı: “ Okunaklı Harfler “
Celâl Soycan
A/ Önce kitaptan rast gele iki alıntı:
Arp solo ve ben ve artık / Istakozun su içişini seyrediyoruz-yetiyor her şey elimizden / dökülen lekeye / Boşa güneşe doğruluyoruz, ışığı ıslak
A posteriori : Ey’vallah dostlar /. / Kaldırımı dar paçalı çektim altıma, yürüdüm ızgaralara / basa basa / Ayağım yalın, bazen yağar / Lâfı uzatamıyorum : Benden biri değilsiniz
Ogün Kaymak’ın son kitabı Okunaklı Harfler’den aldığım bu iki örnek, poetik açıdan toplamı konuşabileceğimiz yapısal özellikler içeriyor. Bu özelliklerin şiirin yüzey yapısında ( sentaks ) örgütlenme biçimi, şairin ilk kitabından bu yana korunur. Dil’in sözcük, şiir cümlesi ve söylem düzeyinde kırık ilerleyişi, okuru yüzey yapıda uzun süre oyalar. Verili bilişsel yapıyı tökezleten Dil’sel kırılma hattı, özensiz okumanın derin yapıya ( semantik ) ulaşmasını engeller; çünkü şiirsel anlam sözcük ve cümle kurgusunda “ şeylerin düzeni “ ne aykırıdır; Dil’sel beklentiyi karşılamaz.
Öyleyse buradan başlamak, yani Ogün Kaymak şiirindeki imge örgüsünü – biçimleyen dili – çözümlemek zorundayız; aksi takdirde söz öbekleri arasındaki bağıntıyı / bağlamı ve dolayısıyla şiirin anlamlandırma örgüsünü elden kaçırırız.
B/ Husserl’ın “ Toksik Deneyim “ ya da “ Doğal Tavır “ olarak kavramlaştırdığı olguyu hatırlayalım: Hayatın akışını dilde karşılarken, gerçeklik ve dil, daha doğrusu olayların düzeni ve beklentilerimiz çakışır. Buradaki “ beklenti”, sonuç anlamında kullanılmıyor; zihinsel kodlarım olayların bütün olası düzenlenişi için hazırdır ve Dil’sel düzenim de buna uygun çalışır. Roland Barthes : “Romancının imgelemi olasıdır ” der ve açımlar : “Roman her açıdan irdelendiğinde gerçekleşebilecek (abç) bir şeydir. En görkemli tasarımlarında bile kendini sadece gerçekliğin koruması altında ortaya koymaya cesaret eder” ( Aktaran: Bataille, Gözün Hikayesi, Çiviyazıları 2001, önsöz).
Şiirin öteki yazınsal türlerden koptuğu yer tam burasıdır. İmge örgüsü ve özellikle metaforik söyleyiş, yüzey yapıdaki kırık dil, okurun bilişsel yapısında karşılıksız kalır ve böylece Dil maddîleşirken alımlama estetiği bağlamında okurun yaratıcı katkısına gerek duyulur. Barthes yukardaki alıntıyı şöyle sürdürür: “ Ancak şairin imgelemi olası değildir; şiir hiçbir koşulda gerçekleşmeyecek bir şeydir.”
Şiirde metafor “olasılığı” askıya almak üzere “ yerine “ adlar kullanmaktır; yani metaforik kurguda benzerlik, aynı zamanda benzemezliktir. Bu iki yanlılık, şeyler düzeninde bir karmaşa yaratır ve beklentiye uymaz.
Müzikte de benzer bir kırılma ânından söz ederiz. Modernitede estetik hazzın hem düğüm noktası hem de kaynağı olarak işaret edebileceğimiz bu durumu, B. Meyer Müzikte Duygulanma ve Anlam ( Emation and Meaning in Music ) başlıklı çalışmasında “ Beklentiler Kuramı “ diyebileceğimiz bir kavramla çözümler. Kısaca: “ Anlam, müzikal örüntünün süreklilik dolayındaki beklentinin kesinsizliğe dönüştüğü yerde ortaya çıkar. Buna göre, müzik seslendirmelerinin ilerlemesiyle dinleyenin belirsizlik yaşaması, özellikle de beklemeyi öğrendiği şeye müzik uymadığı zaman belirsizlik yaşaması, estetik etkiye neden olur; bu belirsizliğin çözümü etkisel tepkiyi üretir.” ( Aktaran: Ayhan Erol, Popüler Müziği Anlamak, Bağlam 2009, sh.163 )
C/ Ogün Kaymak şiiri, müziği de kapsayan bu net paradigmayı sınırda deneyimler ve Dil’i böylesine kırarak yazan günümüz şairleri içinden tutarlı bütünlüğüyle öne çıkar. Yerleşik algının düzleştirdiği ehlileşmiş metafor kullanımı, onda entelektüel kamçıyla hızlanan kılçıklı, travmatik bir etkiyle donanır. Dil sert kırılmalarla örülür ve metinler arası bağıntılarla ilerleyen söz öbekleri ortalama okurun beklentisini karşılamaz. Burada kısaca oyalanalım:
Aristotales’ten günümüze kadar yerleşik metafor kuramları sözcük düzeyinde çalışır ve bir sözcüğün yerine başkasının geçmesiyle anlamın esnemesine işaret eder; bu ise kabaca ismin yer değiştirmesidir. Oysa özgün bir felsefî çözümleme için sözcük merkezli bu açıklama yetersizdir; metaforun ( “Eğretileme” sözcüğündeki eğreti kökeni, metaforun nesnel olanla bağlılaşığını küçümsüyor; bu nedenle ben metafor sözcüğünü kullanıyorum) işlevini açıklasa da zihinsel /düşünsel işleyişi çözümlemiyor. Öyleyse: Şiirsel anlamın kuruluşunda imgenin en güçlü oluşturucusu metafor, zihinsel düzeyde nasıl çalışır?
Büyük ölçüde Ricoer’e borçlu olduğumuz bir analiz, metaforu cümle yapısı içinde ele alır; böylece Dil’in ötesini işaret eden gücü konusunda daha üretken bir kavrayışı başlatır. Buradan sürdürmeye çalışacağım.
D/ Ogün Kaymak metaforik kurguyu esas olarak sözcük düzeyinde değil, şiir cümlesi düzeyinde kullanır. Böylece lirik hazzın negatifine ulaşır; retorikten tümüyle uzaklaşır. Anlamlandırma süreci yatayda da dikey ölçüsünde çalışır, çünkü yüzey yapıda işler uzamıştır: Sözcüğe değil, sözcelemeye dayalı bir alımlama estetiğinde okur daha etkindir. Zaten şairin büyük ölçüde entelektüel dolayımda sorunlaştırdığı “varlık bilinci” yeterince belalı bir alandır; metinler arası okumayı çağırır. Sert kırıklarla ilerleyen anlamlandırma düzeyi, tam da bu açıdan kusursuz bir biçim halinde Dil’i maddileştirir. Bir süreci diğeri olarak algılamak… Gerçeklikten sapma ya da başka – temsil pahasına elde edilen gösterge elbette Dil’sel bir icraat içindedir ve kendi anlam örgüsüne taliptir; gereksiz bir dil oyunu değildir. Başka – temsil, dünyanın dizgeli seyrini, yani eşyanın düzenini bozarken, bilinç de bu oyuna katılır ve tikel anlamlandırma düzeyinde estetik hazzın açığa çıkmasına neden olur.
Bu şiirselin kritik eşiği, çağdaş şiirde metaforik kurgunun da düğüm yeridir: Metaforla ulaştığımız şiirsel hakikat, zaten dışarda var olanı mı doğrular? Ya da onun aşkın-temsili midir? Bizde şiir eleştirisinin hâlâ ayağına dolanan, ortalama okuru da çağdaş sanatın kodlarından mahrum eden mesele bir yanıyla budur.
“Nesnel Bağlılaşım” kavramı şiirsel hakikatin dışarda var olanla dolayımsal bağını gereken açıklıkta anlatmıştır; çağdaş şiirin alfabe bilgisidir. Şimdi şiirsel söylemde dolanan metafor, anlamı ikili bir işleyişe taşımaktadır: Dışardakine dayalıdır; ama kesinlikle ötede… Şeylerin de, Dilin de, beklentinin ( bilincin) de düzenini yıkarak yol alır. Şiirsel hakikat “ öyle olmayan “ ama “ gibi olan “ bir salınımda duyumsanır. Bunun gündelik hayatın şeyler düzenine de, alımlayıcının bilinç düzenine de aykırı olduğunu söylemek bile fazla.
Hemen bu şiire bakalım ve şiir cümlesi düzeyinde kurulan metaforların ördüğü yabanıl semantiğe dikkat edelim:
Gidip kendi büstleriyle tanışabiliyor çocuklar/ Adam kendi şarkısıyla vedalaşıyor meyhanede / Kadın kendi yumurtasıyla öpüşüyor bebeğini koklarken / Kendi terini seviyor cam balyozda nefesiyle emekçi
Ya da gelişigüzel dizeler:
“ Şimdi evraklar arasından seçmelisin sevgilini”; “ İğdiş sesiyle uzayan toplamıdır zürafa, muhayyilenin “; “ Üstü kalsın gerçeğin, ölülere and’olsun ki nefesleri yok”
E/ Durum kısaca böyle… Ogün Kaymak şiirinde bütün atmosfer; sözcük ilintileri, ses örgüsü, noktalama imleri, dize kurgusu, metinler arası bağıntılar bütünüyle metaforik çark tarafından öğütülmüştür. “Şeyler düzeni” bozulduğu gibi, şairin bilme biçimi ve algı prozodisi de beklentiyi bozarak ilerler; görme biçimi ise saflığını çoktan yitirmiştir.
Öyleyse bir hakikat ihtimâlinin ötesinde ne kalmıştır? Sözcükler hattının kendisi ( sentagma ), yani simgelerin sıralanma ve birleşme alanı huzursuzdur. Okuru sallantıda bırakan bu huzursuz boşluk, sözcük ve nesne ilişkilerini, dahası bilincin kendisini tekinsiz kılar; artık her şey zamansız ve mekânsız bir dile aittir: Mallarme’deki Nesnesizleştirme ( desobjectivation )! Bunu etinizde duyar ve kendi güvenli dil kodlarınıza doğru çırpınırsınız. Duyumsamanın dış dünyadaki konfeksiyon karşılığı buharlaşmış, ince dikiş bir anlamlandırma gerekmektedir.
Buradan: Düşünsel imge halinde billurlaşanı kendi tikelliğinde “hakikat“ kılmak ( düşünmenin düşünmesi ) üzere göndergeye yapışık adlandırma rejimi de parçalanmıştır; ancak bu paradigmatik bir parçalanma değildir; şiirin kendisi bir poetik paradiğma kurar. Gerilere bakarsak, orada, modernitenin şafağında bu meseleye âşina olduğumuzu hatırlarız. Zaman, bu gerilime kurnaz dilsel çözümler denemişse de; işte Ogün Kaymak şiiri orada öyle acı acı tebessüm ediyor. Dışardaki gerçekliği aşmak üzere şiirsel hakikat diyorduk ya; şimdi bu şiir o hakikati de tartışmaya çağırıyor. Bilinç düzenimize uymayan budur… Hani ne diyordu Lacan : “ Hakikat bütün olarak söylenemez; olsa olsa yarım yamalak söylenebilir.” Hem sözcüğün cümledeki yörüngesi yalpalamaktadır; hem de şiir cümlesinin sözcükleri çekim gücünde eksilen şeyler vardır. Bu, Ogün Kaymak şirinde zorunlu ve tutarlı olanın kendisidir; sahihliğini bu yalpalamaya ve eksiğe borçludur.
F/ Dilin masum olmadığını, doğallığı içinde seyreden şeylerin düzenini bozduğunu modern dilbilimden ve psikiyatriden öğrendik. Matematikteki Olmayana Ergi yöntemi uyarınca bu bozulmayı yine dille/dilde bozarak, dahası doğrudan dilin kurduğu bilişsel düzeni sekteye uğratarak “bir başkası” olmayı tahayyül edebilir miyiz? Bir başka hakikati? Coetzee’nin “White Writing “ de oturduğu hesaplaşmayla bitirelim: İçinde yaşadığım yıkım çağında dilin kendisiyle kavgaya tutuşup yok olmasının önüne nasıl geçeceğim? Modernizmin huzursuzluk tekniklerinin doğruluk arayışıyla bağını kurabilecek miyim? Dilin kendi dışına uzanabilmesi için ne yapmalıyım? (Nurdan Gürbilek, Sessizliğin Payı, Metis 2o15 sh.139)
Ogün Kaymak başından beri bu soruları yedeğine alarak “ Dilin Dışına “ bir kalkışmanın şiirini yazıyor. Entelektüel hamleleri bu şiiri elbette daha huzursuz kılıyor; metaforik söyleyiş giderek sertleşiyor, dil okurun beklentilerini daha dipten sarsıyor. Kitaptaki Üç no’lu şiir, zamanımızın entelektüel zihin dünyasından kör usturayla alınmış bir dilimdir; acıtıyor. İsli bir cam gerisinden Güneşe tutup öyle okunmalıdır; mümkünse çırıl çıplak bir dille… Okura konfor tanımaz bu şiir; bir bölümünü paylaşalım: Tam “töz “ diyecekken araya “ tarih “ girmez mi, aman… / [Marks ]kızına zengin koca aramış mahalle kaldırımında/ – Foucault’yla kafa kafaya vermiş üstelik – / [Engels]maaşına zam yapıyor sakalıyla ünlenecek adamın /./ Ayıp ediliyor solcu öğrencilere [ Adorno ]. Evet, sol gerçek midir Tanrının başucunda? / Din ve doğa arasında kırpıştırıyor [ Habermas ]uykulu göz / kapaklarını/ Hüzünle uyanıyor o sabah da para- gökyüzünü alçaltıyor büyü/ kurucusu büyüklüklerin
Evet evet; tam da bu işte! Ama neydi?… Cioran simsiyah sesiyle aydınlatır mı? “Görünümlerin ardında bir gerçekliğin saklanıyor olması en nihayet mümkündür; dilin bunu yansıtabileceğini ümit etmek ise gülünçtür.”
Hayatın düşme ânları vardır; yazı/şiir bu âna denk gelir mi? Gelebilir mi? Ogün Kaymak pek iyimser değil; ama çaresiz deneyeceğiz.
Cumhuriyet Kitap, 9 Nisan 2015