Ahmet Ada
Ogün Kaymak’ın otuz iki şiirden oluşan, küçücük oylumlu ama derin yapısı ve derin anlamı olan bir bütün inşa ettiği yapıtı “Okunaksız Harfler”, çağdaş Türk şiirine yeni tatlar, renkler ve kokular taşıyor. Kendi kuralını kendi koyan serbest koşuk, ona kendini ve dünyayı anlamlandırma olanağı sağlamış – yeni biçimler içinde. Bir varoluş sorgulaması, naif, ince, kırılgan. Bir dil şöleni, gündelik hayata gönderen. Sözcükleri okunaklı, harfleri gibi; ne var ki işaret ettikleri şeyler, nesneler farklılaşıyor. Anlamsal çoğalma söz konusu. Bu da, modern şiirin anlamlandırma pratiği üzerine yoğunlaştığını gösteriyor.
Celâl Soycan, “Bu şiirin yerleşik eleştiriyi de, ortalama okuru da zora soktuğu açıktır ve şaire eşlik eden bir yaratıcı okumayı ön gerektirir” diyor. Bu şiirin, varlık olarak şairin kendi durumunu parçalanmış söz bloklarıyla dile getirdiği; sözcelerin rastlantıyla bir araya getirilmediği uzun bir şiir olduğu söylenebilir: “Çerez tabağı. ‘Kırıntıları parkeye dökme!” (s. 7). Bu metin-şiir tümcesinin anlamsal ilmekleri okunabilir. Ne var ki, sözcüler arası anlamsal bağıntıyı, bağlamı kurmak her zaman olası değildir: “Değirmen istihdamı, su tavası, dönüşüm hazırlığı masif ortaçağa, buruşuk ambalaj kâğıdı” (s. 8). Bu metin-şiir tümcesinde görüldüğü gibi şiire her sözcük girebiliyor: “Mütemadiyen”, “tebessüm”, “muafiyet” sözcükleri gibi. Kısaltmalı ya da konuşur gibi kullandığı sözcükler de oluyor: “Bi koşu” gibi.
İkinci ayırt edici özellik söz öbekleri arasında, bir şiir tümcesi oluşturdukları halde, bağıntı ya da bağlam aramak gerekmiyor. Bu nedenle, “yerleşik şiir eleştirisi ve ortalama okur”, şiire ilişkin geleneksel bilgileri aşmadıkça kavramakta zorlanır. Yalnız sözcük ilintileri arasında değil, sözceler arasında da bağıntı aramak boşunadır. Geleneksel şiirin izlek bütünlüğü Ogün Kaymak’ın “Okunaklı Harfler” kitabında görülmez. İzlek parçalanmıştır. Bunun, moderniteyle birlikte, insanın bütünlüğünün parçalanmasıyla ilişkisi olduğu düşünülebilir. Şiirlerin tümü yapı-söküme alındığında toplumsal hayatın parçalanması ile şiirsel yapının parçalı söz bloklarıyla kuruluşu arasındaki görünmez ilişkiyi sezebilir okur.
Ogün Kaymak, lirik ile anti-lirik şiir arasında bir seçim yapmıyor. Her iki anlayışın bileşkesi üzerinden kendine özgü şiirselliği kuruyor. Şairane olmayan, şeffaf bir üslubu var. Onun şiirinde, şiir tümceleriyle kurulan yapının bağıntısızlığının bir matrise dönüşmesi de düşünülemez. Şiirinin semiyotik birliğinin olmayışı, parçalı söz öbekleriyle ve bağıntısız olarak kuruluşu matrisin de belirmesini engelliyor. Anlamsal çoğalma da, anlamlandırma da söz öbekleri arasındaki ilişki ya da ilişkisizlik üzerinden oluyor: “Çömlekler, levhalar, arpa tarlaları: Selam!” (s. 9). Okur, kapitalist dizgeyi silah, banknot, tarihi dürülmemiş dipnot, para şakırtısı gibi sözcük ve tümcelerden okuyor. Sözcüklerin çağrışım gücü mimetik anlam düzlemine geçiyor çünkü.
Ogün Kaymak, burada tek tek saymayayım, pek çok düşünüre gönderme yapıyor. Onların davranış, eylem ve düşüncelerini metne dönüştürüyor. Ama şiirsellik giderek azalıyor. Kitabın üçüncü metin-şiiri bu özelliği taşıyor. Dördüncü metin-şiirde (metin diyorum çünkü metin özelliği ağır basıyor) ses taklitleri ezgiyi kuruyor. Sözdizimdeki cin, cennet, cinnet sözcüklerinin ses benzerlikleriyle tonal bir düzen oluşturuyor. Beşince metin-şiirde doludizgin söyleyiş, ötekine sesleniş, yeryüzünde bir oyuncu olduğumuzu anımsatıyor. Anlatıcı ben’in doludizgin şiirsel söyleyişi yer yer üstgerçekle ya da “saçma”yla denkleşiyor: “Bıyıklarıyla seyrediyor güvercinleri kör kedi” (s. 14) dizesinde görüldüğü gibi. “Usu düşmüş pencere…” (s. 15) gibi. Ne var ki, sözcüklerle kurduğu soyutlama düzlemi oldukça akıcı – bu düzlemin anlam kurma gibi bir sorunu olmasa da.
Anlatıcı ben’in kendine ya da ötekine buyruk verircesine bir söyleyişi var. Giderek bu ses gördüklerimizin, yaşadıklarımızın yanılsama olduğunu söylüyor. Görünenin arka boyutunun görünmediği sanısını üslubuna yüklüyor. Bu bakımdan, anlatıcı öznenin felsefî düşünceleri de şiir tümceleri arasından okunabiliyor.
Ogün Kaymak’ın, “Okunaklı Harfler”de, “Kırlangıçları, sığırcıkları, leylek öncülerini ifildeyen, göğün / Yüksek rüzgârlarına sarılmalısın mutlak / / Kol kökünden yere yuvarlanan iğde” (s. 16) gibi göze, kulağa ve imgeleme sızan dizeleri var. Genel olarak kapalı, yapı-sökümle açımlanmayı gerektiren şiirler bunlar.
Müziği tonal düzleme çeken sözcükler aynı dize içinde bir araya geliyor: “Sonra arzu gelsin dokunarak koluna doygun melankolinin” (s. 24). Soyuttan soyuta açılan yazınsal imge yapısıyla dikkati çekiyor bu dize. On yedinci metin-şiirde de arkası geliyor: “Okunaklı Budist entarisi giymiş portakal” (s. 26). Çivi çiviyi söker ya, işte öyle, soyutlama düzlemi derinleştiriliyor böylece. Sonra, “Kadife üşenmeden toplar dünya tozunu” (s. 28). Küçük bir ayrıntının da böylece girdiği oluyor onun şiirine.
Ogün Kaymak, yirmi sekizinci metin-şiirinde, bir ânın şiirini yazıyor. Hareketli imgelerle, aynı ânda yapılan edimleri dile getiriyor. Şiirin güzelliğinin, öznenin hayatla ilişkisini sıcak tutan üslubuyla bağlantılı olduğunu düşünüyorum: “Tam gülümseyecekti Laskiye’de rakı masasında cümbüş çalan elleri / Anam tam ovacaktı mora çalmadan kızaran kolumu buzla” (s. 42). Bir ân içinde ve bir yerde olup biten edimler sürdürülebilir bir hayatın göstergesi oluyor. Müzikse, hayata tutunduğumuz ve onu anlamlı kılan bir şölen: “Günlerden pazar ve en az yedi farklı kuş çeşidinden resital” (s. 42).
“Okunaklı Harfler”, Ogün Kaymak’ın on üçüncü şiir kitabı. Gündelik dili aşan imgesel dili, entelektüel okumalarına göndermeleriyle, sessel tonalitenin senfonik yapılanmaya dönüşümüyle dikkati çekiyor.
Okunaklı Harfler, Ogün Kaymak, Şiirden Yayınları, 2015, 49 s.
Aydınlık Kitap, 5 Haziran 2015, Sayı: 171