Metin Cengiz
Bu olay travma geçirmeye, davranış bozukluklarına yol açar, gündelik hayatta olumsuzluklar başlatır, kişiyi uyumsuzlaştırır, kişinin olanı biteni doğru değerlendirmesini engeller, vb. Bir de üstüne üstlük eleştirmenlik, yazarlık gibi bir iddianız varsa, yazdıklarınız sırıtır, biri hakkında yazıyorsanız, başka niyetler devreye girer, konuyu dağıtırsınız, takıntılarınız sizi yönetmeye başlar. Hele de haksız kazanımlarınız varsa, yani hak etmediğiniz bir oruna yükselmişseniz, tecrübelerinizi, bilginizi, yeteneğinizi aşan yerlerdeyseniz nevriniz döner. Er ya da geç bunların bir gün ortadan kalkacağı korkusu sizi yakalar, yönetir, sabuklamanıza yol açar. Sizin gerçek yüzünüzü gösterenlere her fırsatta, internet ortamında, yazılarınızda yerli yersiz, herhangi bir bağlam olmaksızın laf söylersiniz, onları aşağılamaya, küçük düşürmeye çalışır, hakaret edersiniz.
Ne yazık ki yazın dünyamızda bu tipler az değil. Hangi biriyle başa çıkacaksınız? Birini ifşa edeyim derken bir diğeri yerden mantar biter gibi bitiyor. Doğrusu edebiyat ortamının düzeyi bunları beslemeye elverişli. Daha ciddi bir yazıyı anlamaktan yoksun olan ve bunu itiraf edenler edebiyat–şiir dergisi çıkarıyorlar, yıllık hazırlıyorlar, okumak yerine yazmayı kendilerine iş ediniyorlar. Posta gazetesinde yazılanın biraz üst düzeyinde, anlaşılmaz sözlerle örülü şiirsel bir metin çıkaranlar gevelediklerinin ayrımında oldukları halde “şair” sıfatıyla olmadık payeler kazanıyor, şişinerek geziniyorlar. Yazılarında kendilerini överek, “şu kadar okudum, bütün Türk edebiyatı hakkında saatlerce konuşurum vb.” mesnetsiz sözleri eder dururlar. Şimdi biz böylelerinden birini ifşa edelim, yeri geldikçe diğerlerine de yer vereceğiz:
Özgür Edebiyat’ın, Mart-Nisan 2012 tarihli 32. sayısında, “Diyalojik Okuma, Bahisleri Yükseltmek: Orhan Koçak” (s.83-92) adlı yazıda Baki Asiltürk (namı diğer Baki Ayhan Top) Hakan Özkan ile konuşuyor. Konuşma beğenin beğenmeyin, ciddi bir biçimde sürerken “kafası üstü düşme” durumunun sonuçları kendini gösteriyor, ilgili cümleleri noktasına, virgülüne değinmeden aynen aktarıyorum.
“Bizde öyle şair-eleştirmen arkadaşlar var ki, yüzlerce yazı kaleme almışlar, her sene bir poetik (!) kitap yayımlıyorlar, yazılarına bakıyorsun şiir dışında hiçbir disiplinden haberleri yok. Yok dize şöyleydi içerik böyleydi, üslup şöyleydi ritim böyleydi falan… Aynı otları geveleyip duruyorlar, üstelik bunların çoğu da çalıntı otlar! Tam tersi de olabiliyor: Felsefi argümanlarla şiir yazılabileceğini zanneden, yanlış otobüse binmiş de bir türlü müsait bir yer gösteren olmadığından inemeyen yolculara benzeyenler de boy gösterebiliyor dergilerde. Hatta en az kafaları kadar kalın kitaplar da yayımlayabiliyorlar!” (s. 85).Şimdi bunlar kim, Orhan Koçak’ın bir kitabı üzerine yapılan sözüm ona diyalojik konuşmayla (Mikhail Bakhtin’in diyalojisiyle alakasız bu konuşmalar) ne ilgisi var, insan merak ediyor, değil mi? Boşuna meraklanmayın, zira hiçbir alakası yok. Kendisinin içyüzünü piyasaya çıkaran kişilere sözüm ona laf sokuyor; yani belden aşağı vuruyor, her zamanki yakışıksız, sinsi tutumunu sürdürüyor.
Bu belden aşağı vurma, yakışıksız ve sinsi tutum sadece bu yazıda geçmiyor. Hemen her yazıda yer alıyor. Cumhuriyet Kitap’ın 15 Mart 2012 tarihli 1152. sayısında Metin Celal hakkında “Herkes Kendine Yabancı” başlıklı yazıya bakıyorsunuz. Tanıtım-eleştiri konusu Metin Celal’in başlıkta belirtilen kitabı. Ama bu amaçla yazılması gerektiği düşünülen yazının içine sözüm ona bağlamlar yaratılarak şöyle cümleler sıkıştırılmış: “Gençleri kıskanan, genç ve donanımlı imzalara kara çalmak için fırsat kollayan sonradan görme seksenlilere karşı”… Kimmiş bunlar? Bunu bu yazıyı kaleme alanı yakından takip edenler bilir ancak. Adam kırkını geçmiş, kendini halen “genç” sanıyor. Bizim oralarda güzel bir deyim vardır, “kuyruğunu görünce kendini tay sanıyor“. Neyse, basiret bağlanması böyle oluyor sanırım. Devam edelim incilere, yani alıntılara, “Son zamanlarda niteliği unutup niceliği öne çıkaran bazı kalemler, çok yazan ve her yıl bir-iki kitap çıkaran arkadaşlarını 1980’lerin poetisyeni ilan etmekte sakınca görmüyorlar.” Şimdi burada iki kişiye birden taş atılıyor. Kim ola bunlar? Metin Celal ile ne ilgileri var? Konu az yazmak-çok yazmak karşıtlığı ise “Metin Celal az ama öz yazıyor” der, geçersiniz. Yok, derdi bu değil. Derdi laf sokuşturmak, belden aşağı vurmak, ima ettiği yazarları aşağılamak. Bu kadarla kalmıyor elbette, hızını alamadığı için devam ediyor, “Metin Celal’i, imgeleri kendine yurt edindiği halde imge kullanmada belli bir beceriye ulaşamamış bazı şairlerden farklı ve üstün kılan…” Eh, bu kişi artık gizlenemeyecek denli açık. Metin Cengiz’in kitabının adı “İmgeler Benim Yurdum”. Demek ki bu aşağılanan kişi Metin Cengiz, diğeri kim ola? Seksenlerin poetisyeni? Hımmm, bu da Metin Cengiz, peki böyle diyen kim? Yücel Kayıran. Şimdi kafayı kimlerle bozduğu anlaşılıyor değil mi? Metin Cengiz ve Yücel Kayıran ile. Hele Mühür’ün şu yıllık da dağıttığı son sayısında söyledikleri anılır gibi değil. Ben okuyunca “kesin bu çocuğu hastaneye yatırmalı, aklını kaybetmiş” diye geçirdim içimden. Bir diğer ilginç yan ise editörlerin de bu suçlara, editoryal müdahalede bulunmayarak ortak olmaları. Neyse… biz Nisan 2011 tarihli Varlık dergisinde şöyle demiştik:
“Baki Asiltürk’ün, diğer adıyla Baki Ayhan T.’nin, gerek bu adlarla ve gerekse müstear bir adla, kendisini protesto eden isimleri, herhangi bir biçimde konu edinmesini, dergilerde, gazetelerde, yıllık, seçki ve antolojilerde söz etmesini, eserlerimizden alıntı yaparak eleştiri nesnesi yapmasını istemiyoruz. Aksi durumda yasal yollara başvurulacaktır.”
Görüyoruz ki Baki Asiltürk (diğer adı Baki Ayhan T.) oyuncağının elinden alınmasını sindiremeyen çocuklar gibi şimdi de gizli gizli bu işi yapıyor, yani sinsice, ahlak kurallarını hiçe sayarak, bel altından vurarak. Biz kendisini yine uyarıyoruz. Bu tavırları bırak. İşine bak. Şiirini yaz, eleştirmenliğini geliştir ve araç olarak kullanıldığını gör. Pis işlerden, fitneden, fesattan, sinsilikten sıyrıl. Gizli gizli laf sokuşturmadan kimseye hayır gelmemiştir, gelmez. Güzel şeyler yap. Bizden de övgü alırsın o zaman.
Aksi takdirde alttaki gibi pot üstüne pot kırarsın, kıracaksın:
“Herkes kendine Yabancı” adlı yazıdaki şu garip betimlemeye bakalım, bir yazar kendine eleştirel bakmadığı, yazdığı yazıyı anlambilim bakımından değerlendiremediği zaman olacağı bu: “Yaz bence yaşamak içindir. Kış içe kapanmaya, gizli yaşamaya ve çalışmaya ayrılmıştır bende, yaz ise doyasıya yaşamaya.” Bu yazıyı okuyan ne anlıyor: Yazı anladık, ağustosböceği örneği çalıp oynuyor bu kişi. Ya kışın ne yapıyor? Mesleğine uygun olarak okumak ve yazmakla geçiriyor. İçine kapanıyor; ne demek şimdi bu? Çok mu duygulanıyor bu kişi kıştan kardan? Dış dünya olumsuz mu etkiliyor bu kişiyi? Demek istediği “eve kapanmak”, olmasın? Ya şu söz: gizli gizli yaşamak??? Ne demek şimdi bu söz? Polis takibi altında mısın? Hırsız mısın? Neden gizli gizli yaşıyorsun? İllegal bir örgütün üyesi misin? “Dışarıya pek çıkmamak”, “Kimseyle görüşmemek” vb. daha birçok anlatım yolu varken, abuklamanın anlamı ne? Bir de şiir yazmak gibi yüksek dil bilinci isteyen bir iş yapma gayretindesin!?
Her yazı böyle onlarca ifade düzeyi düşük cümleyle dolu. Neden? Bu abuk sabuk sözler neyin eseri ola? Söyledik. Kendi işine baksa, kendini, söz dağarcığını, anlatım, ifade gücünü arttırmaya uğraşsa bu potları kırmayacak.
Ayrıca şunları da belirtmek bir vicdan görevi: Bir yazı yazıyorsan, bir başkasını “gizli gizli yaşadığın gibi” gizlice, sinsi sözlerle, bel altından vurmalarla sözde eleştirmek başta o yazıda nesne edindiğin kişiye saygısızlıktır, hakarettir. Derdin neyse, oturur, adam gibi yazarsın.