Celâl Soycan, bu kitapta yer alan şiirler için teorik bir zemin hazırlama amacıyla yazdığı giriş
yazısını şu sözlerle bitirir: “Şiir, Marx’ın güçlü ifadesiyle “merhametsiz dünyanın merhameti”
olan tesellilere değil, ontolojik boşluğu dilde maddîleştirmek üzere insanı kendi hakikatine
taşır. Siyaset başta olmak üzere bütün edimler, bütün asli bilgi biçimleri (bilim, felsefe ve
estetik) bu hakikate mecburdur.”
Celâl Soycan, düşüncenin alabildiğine yoğunlaştığı bu uzun şiirinde, giriş yazısında da
detaylara dalarak söylemeye çalıştığı gibi, adeta lirizmin nasıl akla dahil edilebileceğinin
yolunu gösteriyor. İçgüdülerimizin de (başta insanı yönlendiren bedenin arzuları olmak üzere)
özgürlüğümüze dahil olduğunu ve insanın ancak böyle bir gelişmeyle hem kapitalizm
karşısında hem toplumla birlikte kendine uygun bir sistem kurarak “insanca, gayet insanca”
davranabileceğini vurguluyor.
Nasıl medeniyetin atası, Marx’ın dediği gibi emekse, insan özgürlüğünün atası da düşünsel
birikimin coşkusu olan şiirdir; ki ancak bu şekilde dile gelen insan belki ölümcül atlayışında
(salto-mortale), yani yarattığı uygarlıkta selâmate çıkabilir.
Celal Soycan’ın şirini okurken cinsellikten insanî diğer halleri, insanın kendini inşa ederken
aynı zamanda kendi hapishanesini de yarattığını, yani özgür olmadığı gerçeğini derinden
seziyor, bu paradoksta özgürlüğün tam da bu durumun meyvesi olduğu gerçeğini
kavrıyoruz. Burada türev şiirdir.
Celâl Soycan şiirini okurken, sözünü ettiğimiz düşünsel ve duygusal faaliyetlerin bir türevi
olarak şiiri derinden duyumsayacağız.
Metin Cengiz