Orhan Veli gerek ülkemizde ve gerekse dünyanın birçok ülkesinde severek okunan bir şair. Günümüz şiiri üzerinde doğrudan bir etkisi olmasa bile şiirleri günlük yaşantımızda kullanılmakta, söz arasına mesel gibi girmektedir. Halkın hafızasında yer etmesi, ulusal katta orun bulması ise diğer özellikleri. Ben onun şiiri üzerinde gelişen ve daha çok onunla anılan Garip anlayışının ne olduğunun açığa çıkmasıyla Orhan Veli’yi daha iyi anlayacağımızı, şiirini yerli yerine oturtacağımızı düşünüyorum.
Öncelikle ve genel bir kabul olmak üzere, Garip şiirinin Nâzım’ın ve Toplumcuların halk kitlelerinin durumunu anlatmaya çalışan, halkı bilinçlendirmek için bu halka dışarıdan bilinç götürmeyi amaçlayan, genel bir çerçeve olarak siyasi dünya görüşüyle belirlenmiş şiirine karşı şiirde yoksul halkın zevkini dile getirmeye, onu bulup hâkim kılmaya çalıştığını söyleyelim. Bu tavır aynı zamanda Garip’in ön sözünde de belirtildiği gibi o dönem toplumcu şiirin yanı sıra devam eden müreffeh sınıfların zevkine hitap etmiş şiirin diline ve anlatım biçimine de karşıydı. Gerçekten de yeni söyleyiş olanakları getirmişti şiire bu akım. O dönemdeki bu anlaşılmaz yeni sözler, şiir üzerine edilen şaşırtıcı ve garip fikirler kadar bu şiirlerin aykırılığı, akla hitap etmesi, küçük insanın hayatını şiirde yansıtması da dikkati çekiyordu. Örneğin şu sözler önemliydi: “Bugünkü dünyayı dolduran insanlar yaşamak hakkını mütemadi bir didişmenin sonunda buluyorlar. Her şey gibi şiir de onların hakkıdır, onların zevkine hitap edecektir.” Ya da “şiir bütün hususiyeti edasında olan bir söz sanatıdır. Yani tamamıyla manadan ibarettir.” Ya da şu sözler: “şiirin esas işçiliği diye kabul edilen ‘tahteşşuuru boşaltma’ ameliyesinin…” Bütün bu sözler onlara modern şiirin öncülleri dedirtir, ancak Kahraman’ın da vurguladığı gibi bu vurgu küçümseme olarak da kullanılır yeri gelince. Burada modern sözüyle neye vurgu yapıldığını Hasan Bülent Kahraman şöyle açıklar: “yapılan tartışmanın, gerçeküstücülerin geliştirdiği temel kavramları kullanmasına karşılık, bir ‘leitmotiv’ olarak dadacıların ortaya koyduğu tepkisel yönsemeyi içermesidir. Bu başka deyişle, Birinci Yeni şiirinin çıkış noktasında, tavır olarak dadacılık, kuramsal ‘derin yapı’ olarak da gerçeküstücülük vardır ve bu tartışma, sonunda iki büyük ve diyalektik çelişkinin yörüngesine oturur:”[1]
Gerçekten de okuyanda gelenek olarak yerleşmiş şiir beğenimizden bir hayli farklı, beklenmedik duygular yaratan ve şok etkisi yapan şiirlerle ve yukarıda andığımız sözlerle Garip şairleri yepyeni bir şiiri sunuyorlardı ülkemiz şiir okuyucusuna. Ancak halkın beğenisini temel aldıklarını söylemelerine karşılık halkın sömürülmesine, siyasi baskılara ve bu türden hiçbir davaya atıf yapmadıkları gibi her türlü politik vurgudan da özenle kaçınmışlardır. Üstgerçekçilikle aynı ortamın ürünü olmaklık nedeniyle örtüşse de bu akımın modernizme getirdiği eleştirinin hiçbir yanını göremediğimiz Garip, “tahteşşuur” dediği bilinçaltıyla, bilinçaltı öğelerle pek de ilgilenmeden, esasen şiirde uyak ve kafiyeye karşı çıkmış, otomatizmi yalnızca bu olanağı yarattığı için savunmuştur. Gerçekte de üstgerçekçilikle marksist dünya görüşünün yakınlığı bilinir. Bu bağlamda üstgerçekçilik, modernizme içerden ve köklü bir eleştiriydi. Üstgerçekçiliğin babası André Breton’a göre herkesçe istenen (“Sağduyunun bekçiliğini ettiği”, “hepimizin bağlı bulunduğu o insan tipi”nden elden geldiğince uzaklaşmak) idi[2]. Bu eleştiri hiçbir biçimde görülmez Garip şiirinde. Onların vurgusu yalın ve konuşulan bir dille beklenmedik etkiler uyandıran uyaksız, vezinsiz, yalın bir şiirdi ve beğeninin dönüştürülmesi çabasıydı. Belki Garip bir de rezalet çıkarma ve başkaldırma[3] noktasında bob stil tarzıyla benzeşiyordu üstgerçekçilerle. Oysa bu dönemi takiben üstgerçekçiler yöntem araştırmasına girişmişler, ilk başlarda politika ve ünün halesine yakınlaşan tilmizlerini hareketten atmışlarsa da sonradan Fas savaşı sırasında kendileri de komünistlerle yakınlaşmışlardı. Breton’un Troçki ile yakınlığı, Aragon, Eluard gibi şairlerin FKP ile ilişkisi dillere destandır.
Esasen Garip şiiri, Türk şiirinde yeni deney ve söyleyiş olanaklarına kapı araladığı için de olsa modernleşme serüveninde alınan yolu derinleştirmiş, şiirde modern bir zihniyetin gelişmesine katkıda bulunmuştur. Öteyandan şiirimizde üst üste yapılan yeni atılımların kabul görmesi için de olumlu rol oynamıştır. Ancak bu anlayış önce Attila İlhan ve sonra İkinci Yenicilerce eleştirilmiş, gittikçe ilgiyi kaybetmiştir. Zaten şairleri de, bir süre sonra bu anlayışı terk etmek üzere kendi yollarını çizdiler.
Garip ve Modernizm
Garip ve modernizm ilişkisini irdelemek, Garip şiiri ile ülkemiz entelektüel sathında nasıl bir değişiklik yapıldığını ortaya koymak için sanırım üstgerçekçilik-modernizm ilişkisi ve anlayışını Garip-modernizm-üstgerçekçilik anlayışıyla karşılaştırarak anlamak gerekecektir.
Orhan Veli tarafından yazılan ve başkalarınca da vurgusu yapılan “Önsöz”e bakıldığında akıl ile bilinçaltı yan yana getirilmeye çalışılmakta, şiirin akılla olduğu kadar bilinçaltı ile ilişkisi kurulmaya çalışılmaktadır. Önsözün denebilir ki Garip şiirini temellendirmeye çalışırken esasta yapmaya çalıştığı da budur. Akıl-mana, şiir-bilinçaltı. Bu dört kavram üstünde kurarken anlayışını, bunlara ilişkin kabul görecek tanımlar da getirmeye çalışır. Akıl ne denli manayla ilişkili ise şiirle bilinçaltı da o denli birbiriyle ilişkili gösteriliyor. “şiiri şiir yapan, sadece, edasındaki hususiyettir: O da manaya aittir” sözleri şiiri eda ile mümkün kılan Orhan Veli’nin anlamla şiir arasında, yani eda arasında kurduğu doğrudan ilişkide, anlamı öne aldığını görüyoruz. Eda eşittir şiir, o da eşittir anlam. Öte yandan “şiirin esas işçiliği diye kabul edilen ‘tahteşşuru boşaltma’ ameliyesi”nden söz eder ki bu da edanın, yani anlamın bilinçaltının boşaltılmasıyla elde edildiği sonucuna varılabilir. Dikkat edilirse bu sonuca varmak keyfi değil zorunluluk olmaktadır.
Peki neydi O. Veli’nin bilinçaltından anladığı ve onu üstgerçekçilerle ayırt eden özellikleri?
Üstgerçekçilerin günlük edimlerin, ilişkilerin, bunların sonucunda oluşan anlamın, farkına varılan gerçekliğin ötesine varmak amaçlarıyla, Orhan Veli’nin bilinçaltının boşaltılması yoluyla anlama varma keyfiyeti aynı şey olmasa bile, yöntemde birleşildiğini gösteriyor bize. Bilinçaltının boşaltılmasını gerçeğe varmak için bir araç gören üstgerçekçiler ile söylediği şey biraz daha karmaşık da olsa anlama (şiire, edaya) ulaşmak için bilinçaltı boşaltımını yol gören O. Veli arasındaki ayrılık ise üstgerçekçilerin bilinçaltı boşaltımını O. Veli’ye göre taklit yoluyla şiire sokmaları, sonuç olaraksa hakikat olarak görmeleri, kendininse melekeleştirmek adına taklit etmesidir. Melekeleştirmeyi imkânsız gören O. Veli taklit yoluyla bilinçaltıyla uğraşıp şiiri (anlamı) öyle kuşatırken, bilinçaltını hakikat gören üstgerçekçiler ise bir başka yola çıkmışlardır bile. Bilinçaltı derken baskı altına alınan duyguları, düşünceleri anlıyor O. Veli. Bilinçaltından yalnızca kişiselleşmiş ortak düşünce ve duyguları anlıyor… Coşkuların, araçların ve anıların çevrelediği. Diğerleri yani üstgerçekçiler ise, gerçeğin alt tabakasını görüyorlar bilinçaltında. Bu bilinçdışı alan kişiselden ortak olana, Jung vari konuşursak personanın hiçbir zaman içine sindiremeyeceği, karanlık, “derinlerdeki içeriği” kapsayan, karmaşık, yaratıcılığı kışkırtan, halisünasyonlar görmemize yol açan, nevrozların ve psikozların maddesini içeren katı bölgeye değin uzanır. Bu yol açıklanmaya çalışılan, amaç yoldur. Gerçeğin içinde yattığı bilinçdışı asıl yoldur. Çılgınlık ve düş anında otomatik yazı yöntemi “bir yandan bilinci bir çeşit uyma çabasına yönelterek, bir yandan da bireyi, gizli verileri denemekten kesin olarak alıkoyan ve böylece acı veren yasaklayıcı öğelerden kurtararak [4]” gerçeğin görülmeyen yanına taşır şairi. Toplumsal denetimin körleştiren katı tutumundan uzaklaştırır. Cümlenin devamında ise, “sanat gücünün ve ruhsal yetilerin gelişmesini sağlayan güvenilir bir araçtır.” denilerek sanatla ilişkisi kuruluyor yapılanın/ ulaşılanın. Burada önemli olan, bizce, görünen gerçeğin çemberinden kurtulmak ve hakikate varmaktır. Uyum ise, bu gerçeği bulmak yolunda aklın kullanımından başka bir şey değil.
- Veli’nin şiirlerine bakıldığında bastırılmış olanın şaşırtıcı olan yerine ikame edildiğini görüyoruz. Söylenemeyeni ortaya çıkarmak Orhan Veli’de esastır. Şaşırtıcı olan aslında söylenemeyenin, duylmamışlığın verdiği duygudur. Hepimizin düşündüğü, ama dile getiremediğini duyduğumuzda şaşkınlık geçiririz ya, işte şaşırtıcı olanın özü bu, O. Veli şiirinde. Uzanıp yatan bir kadının içimizde uyandırdığı ama söyleyemediğimiz “olmaz ki” sözlerini böyle anlamak gerektiği kanısındayım. Ayna, cımbız ve kafanın boşluğu ilişkisi de çoğu insanın söyleyemediği bir gerçeği işaret etmektedir. O. Veli’nin şiirlerine böyle bakıldığında ilginç sonuçlara ulaşılabileceğine inanıyorum. Oysa üstgerçekçiliğin bilinen böyle bir amacı yoktur. Bilinçaltı orada bilinmeyen bir gerçeklik alanıdır. O. Veli’de ise bastırılmış duygu ve düşünceler alanı. Böylece farklı bir işlev yüklenmiştir şiir. İnsanımızı anlamak için bilinçaltının bilinen ilk alanına girip şiire oradan olanak bulmak. Oysa bilinçaltı üstgerçekçilerde, gerçeği örten, görmemizi engelleyen, üstü tozlu, bulutlu bir arka bahçedir. Girilmemiş, bilinmeyen. Burada söylemek gerekir ki üstgerçekçilikten yararlanırken, kafiye, uyak, ahenk gibi kavramlardan kurtulmak, sözü serbest bırakmak amaçlarının ötesinde farklı bir amacı vardır O. Veli’nin. Onda otomatizm yine bilincin egemenliği altındadır. Bastırılanı, söylenemeyeni bulmak için. Bu noktada da Hasan Bülent Kahraman’dan farklı anlıyorum[5] Orhan Veli’nin üstgerçekçiliğe yaklaşımını. Bu noktadan kalkarak O. Veli’de modernizmin kendinin farkına varmak ile ilintili olduğunu söylemek istiyorum. Yani böyle söylemek mümkün. İnsanın farkına varmak, insan hakkında gerçeği öğrenmek, giderek insanı kendisi hakkında bilgi sahibi kılmak, gündelik pratiğin içindeki insan ile varolanı aşmak doğrultusunda önemli bir edim olsa gerek. Bütün bunların modernleşmenin amaçları içerisinde olduğu anımsanırsa O. Veli ve arkadaşlarının modernizmle ilişkileri, şiirde bir anlayışı gerçekleştirme bağlamında daha iyi anlaşılır.
Orhan Veli şiirinde insanın ele alınma biçimiyle ilgili olarak şunu da söyleyebiliriz. O mevcut insanın yerleşmiş değerlerini konu edindi. Kendi insanının, yaşama, düşünme biçimlerinden yola çıkarak içselleştirilmiş bir geleneği şiire taşıdı. Bu anlamda gelenek-Garip ilişkisi çok farklı bir yere varmaktadır. Öyle ki var olan şiiri karşısına alırken toplumdaki özellikleri, alışılmış olanı, insanda içkinleşmiş olanı şiire taşıdığı için gelenekle daha doğrudan bir ilişki içindedir O. Veli şiiri. İnsanı doğrudan ele almakla şiirde karşı çıktığı (geleneksel yazma tarzı) olguyu farklı bir biçimde, daha sahici olana ulaşabilecek bir biçimde şiirinde işlemektedir. Kısaca kapı dışarı ettiğini başka bir kapıdan buyur etmektedir. İnsanın ulaştığı şiir söyleme biçimini reddedip insanın kendini buyur ederek merceği oraya tutmak da denebilir buna. İnancım odur ki bu amaçla yapılacak okumalar bizi Türk Şiiri konusunda farklı noktalara da taşıyabilecektir.
Burada gelenekle kurduğu bu farklı ilişkide O. Veli’nin şiiriyle insanı, onun hayatı örgütleyen yaşamsal değerleri hiç sorgulamadan aynen kabul ettiğini söyleyebilir miyiz? Bence O. Veli insanımızın ortalama beğenisini orta yere çıkarırken zaten sorgulamanın kendisini de bir biçimde yapmıştır. Aynayı tuttuğu yerin bilinmesini sağlayarak yapmıştır bunu. O. Veli şiiri bu açıdan yapılacak okumalarla da ele alınmayı hak ediyordur sanırım.
Orhan Veli
Orhan Veli genellikle, şiirimizin içinde doğal bir biçimde ilerlediği normal seyrini değiştirdiği, Garip şiiriyle şiiri başka bir kanala doğru sürüklediği, şiirimizin böylece aktığı mecrada zenginleşmesini bir süre için de olsa engellediği için eleştirilir, yadırganır. Ya da yeni, farklı bir çığır açtığı için abartılı bir şekilde sevilir. Bugün Orhan Veli şiirini ve poetikasını okuduğumda bu her iki yaklaşımın da şairin şiirinden çok şiirdeki başarısı, yaygınlığıyla ilgili olduğunu görüyor ve bu her iki tutumun da doğru olmadığını düşünüyorum. Gerçekten de birçok şairin etkilendiği şiirine baktığımızda, Orhan Veli’nin şiirimize yeni bir anlatım olanağı sunduğu ortaya çıkıyor. Bugün, ötesinden berisinden yazılan kötü kopyalarını saymazsak, bu şiirin şiirimize bir çeşitlilik, zenginlik kattığını, bunun başka şiirlerde kendiliğinden bir şekilde, olağan bir yolla, zaten olduğunu/olabileceğini düşünüyorum. Bir de saçtığı zekayla, ince nüktelerle, dobra diliyle, şaşırtıcılığı ile, sokağı şiire taşımasıyla, zaten kendinden sonra birçok şairin bu şiirden geliştirme anlamında yararlandığını da görüyoruz. Kendi dönemindeki şairler üzerindeki etkisini bir tarafa bırakırsak, bir Metin Eloğlu, bir Can Yücel, Cevat Çapan ve daha birçok şairin şiirinde Orhan Veli şiirinden bir gülümseme görmek olası. Yalın bir konuşma dilinden şiire ulaşmak onun asıl başarısı sayılırsa, bu etkilenmenin alanının daha da genişleyebileceğini söyleyebiliriz. Elbette biliyorum bütün bu söylediklerimin kanıt gerektirdiğini. Şiir tavırları oldukça farklı olsa da yukarıda adını verdiğim şairlerin şiirlerindeki zekâ pırıltısı, espri gücü, şaşırtıcılık Orhan Veli’yi akla getirmiyor mu? Örneğin,
Kumkapı meyhanelerine dadandık
Önümüzde Altınbaş, Altın Zincir, fasülye pilakisi
Ardımızda görevliler, ekipler, Hızır Paşalar
Sabahları açıklarda bulurlardı leşimi
Öyle sıcaktı ki çöpçülerin elleri
Çöpçülerin elleriyle okşardım seni
Yalnızlığım benim süpürge saçlım
Ne kadar kötü kokarsak o kadar iyi
(Sevgi Duvarı)
dizelerini ele alalım. Konu, şaşırtıcılık, buluşların mükemmelliği ve yalın dil. Sokak ve sokağın kokusu. Orhan Veli’yi anımsatmıyor mu? Yine Cevat Çapan’ın,
Bak gene şaşırtıyorum seni
kış ortasında bir cemre
gibi düşerek kapının eşiğine
bir kuşluk vakti.
Cebimde yaz güneşi,
kırlangıç hızı,
gülkurusu,
ağustosböceği.
(Bir Deli Dülger)
dizeleri Orhan Veli şiirini anımsatmıyor mu bize? Doğa karşısında duyulan sevinç, yaşama heyecanı, dilin yalınlığı. Orhan Veli’den ise kitabı rastgele açıp, bir şiir alıyorum. Gerçekten de aynen böyle yaptım. “Deniz Kızı” adlı şiir çıktı şansıma ve ilk dörtlüğü buraya alıyorum.
Denizden yeni mi çıkmıştı neydi;
Saçları, dudakları
Deniz koktu sabaha kadar;
Yükselip alçalan göğsü deniz gibiydi.
Bir de bu şairlerin dili iyice gündelik hayatın içine soktukları şiirlere uzansak acaba nasıl benzerlikler buluruz? Doğrusu denemeye değer. Ve bu çalışma diğer şairlere doğru uzatılabilir. Örnekse Cemal Süreya’nın Hür Hamamlar Denizi[6] şiirini alalım. Her gün hamamlarda yaşanan bir olayı buluş, dile getiriş, işleyiş, dilin yalınlığı, esprinin zekice sonlandırılması… Bütün bu özellikler Orhan Veli şiirine uzak olmasa gerek.
***
Orhan Veli şiirlerinin çok sevildiğini, Rusça baskılarının reel sosyalizmin daha yaşadığı günlerde büyük tirajlara ulaştığını duyduğumda (eğer yalan değilse söylenenler) nedenini düşünmüştüm. O zamanlar, şiirinin kolay okunurluğuna vermiş, bu düşüncenin uyandırdığı rahatlıkla da işi geçiştirmiştim. Bugün, bunca uzak olmama karşın, tarafsız bir gözle okuduğum şiirinin sevilme nedeni üzerine farklı yerlere varmış olduğumu görmek, beni şaşırtmıyor. Bir şaire hakkını vermek konusunda en çok duyarlı olması gereken yine şairler olmalı. Üzerinde düşünülmesi gereken bir şiiri geçiştirmek, hoş olmasa gerek. Hele günümüzde bir şaire bakışınızın değiştiğini görenlerin sizi yadırgaması iyice yaygınlaşmışken, değişimin insanın olmazsa olmaz yanı olduğunu, şiir söz konusu olduğunda bu değişimin daha da gerekli olduğunu söyleyelim.
Orhan Veli şiirinin sevilmesinin nedeni bence şiirindeki yaşam sevgisi, insana kazandırdığı özgürlük duygusu ve bunların tüm baskılara, yoksulluklara karşı insana verdiği direnme gücü duygularıdır. Akıp giden yaşamı, tam da o anda yakalayan bir şiirin üstün başarılarıdır bunlar. An’ın şiiridir Orhan Veli’nin şiiri. An’ın bizi sarıp sarmalayan özgürlük duygusu. Bir daha yaşanamayacak olanın serbestleşmesinin verdiği rahatlık, yaşamın ta içinden gelen yaşanmışlık, sahicilik duygusu, yaşama sarılma, onu her şeye karşın sevebilme, sokağın gürültüsü, basit insanların günlük hayat kaygısı, bu özgürlük dünyasının oluşturanlarıdır. Gerçi özgürlük, yaşama sevinci ülkü haline getirilmemiştir ama işlenmiştir. Hem de sahici olarak.
Peki, özgürlük duygusu yalnızca bu mu? Bu şekilde açıklamak yeterli görülebilir ancak eksik. Orhan Veli’yi okuyup bitirdiğimizde bizde uyanan duygu insanın içinden gelen, karşı koyamadığımız, yaşam, dünya, gerçeklik, vb. üzerine teorileri, spekülatif düşünceleri bir tarafa itmemizi sağlayan, öz olarak hayatın atan nabzının uyandırdığı duygudur. İşte özgürlük duygusunu bu şekilde açıklarsak, Orhan Veli şiirinin gücünü de anlarız. Bu şiirin bizde uyandırdığı anlaşılırlık, yalınlık şairin dili kadar verdiği bu duygulardan da kaynaklanmaktadır. Orhan Veli, yalın, anlaşılır, akıcı, günlük dilin yakınlığı, konuşma dilinin akıcılığı vb. ile kurar şiirini. Kolay gibi gözüken, içine girildiğinde ise güçlüğünü gösteren, ancak usta şairlerin yararlanabileceği bir şiirdir ve bu şiir yarattığı duygulara hem elverişli hem de bu duyguların gerektirdiği bir dildir. Sahici bir şiirdir. Öte yandan bir kere bu duyguları başarıyla verebilen şairin işini kolaylaştıran duygulardır bunlar. Can Yücel’in küfürbaz, zehir zemberek dili de yaşamı böyle sarıp sarmalamıyor mu?
Gerçekten de iyi bir gözlem, günlük hayat kavgasında kitlesel olarak verilen uğraşların bu duyguları uyandırmaya ne denli uygun olduğunu gösterir. Bir Pazar yerini, bir şöleni, bayram yerini düşünün. Bütün o bağırıp çağırmalar, küfürleşmeler, açık saçık yapılan şakalar, arasıra feylesofça hayatı özetleyen sözler, itişip kakışmalar, gülüşün gülleşmesi, hayatı tiye almalar, insanoğlunun her türlü baskıya karşı koyabilme gücünü gösterir. Yaşama sarılma, onu yeniden üretme gücünü gösterir. Başka bir şeyi değil. İşte Orhan Veli’nin şiiri böyle bir şiirdir. Can Yücel’in kimi şiirleri, Oktay Rifat’ın bazı şiirleri ve diğer adını andığım şairler bazı şiirlerinde böyle bir dünya sunarlar. Hayat üzerinde kurulan oyunları bilebilmekten uzak, o tür teorileri, varsayımları erbabına bırakmış, hayatı en doğal yerinden yeniden yaratmanın kavgasıdır bu. Orhan Veli’nin şiiri de burada, bu yerde oluşur.
Orhan Veli’nin şiiri, bu şiirin mevcut dünyayla çakışması ya da böyle bir gerçek dünya yaratmasıyla da dönemin egemen bakış ve şiir anlayışlarından farklı bir yerde oluşur. Kendi döneminde çalışan, yaşamı omuzlayan, ezilen insanlara yönelmesiyle, genel geçer romantik toplumculuğun karşısında, önemli bir şiir atılımıydı. Sahici bir şiirdi. İktidar karşısında bilinçsiz olarak gerçek muhalefeti oluşturan muhalif bir kesimin şiiriydi. Somut dünyaların şiiriydi ve bu somut dünyaları anlattığı için de söylem olarak muhalifti. Her türlü yanlış anlamalara, “dikta şiiridir” değerlendirmelerine karşın.
[1] Türk Şiiri Modernizm Şiir, s. 68
[2] Gerçeküstücülük, de yayınevi, 1962, İstanbul
[3] Aynı eser, s.62,
[4] Gerçeküstücülük, Cilt I, s. 46-47-48
[5] Bak. Hasan Bülent Kahraman, Türk Şiiri Modernizm Şiir, s. 67-98
[6] Hür Hamamlar Denizi:”Kadınlar hamamında Güzin/ Bacağının birini suya uzattı/Erkekler hamamında Süleyman/ Uzandı bu bacağı bir güzel öptü/ Öpsün bakalım// …//Kadın kısmı n’apar Güzin onu yapacak/ Bacağını azıcık yukarı çekti/ Süleyman yutar mı kaçın kurrası/ Bu sefer biraz asağıdan öptü/ Hadi bakalım//…//Az daha biraz daha derken sonunda/ O güzelim bacak sudan çıkacak/ Bacakla beraber bir mesele önemli/ Acep şimdi Süleyman nerden öpecek/ Dur bakalım//…// Erkekler hamamında Süleyman/ Az namussuz adam değilmis hani/ Kalkıp dosdoğru Eskişehir’e gitti/Geçirdigi gibi başına şapkasını/Enflasyon parasıyla otuz lira”