20 %

Şiirden Dergisi, Sayı 85

ISSN: 1309-9086

 100,00  80,00

About The Author

Ortak eser

Şiirden Dergisi bu sayıda Kıbrıs Türk kesiminin önemli şairlerinden Jenan Selçuk’un şiirini irdeleyen bir dosya yayımladı. Şair ile konuşmayı Tamer Öncül yaptı. Tamer Öncül’ün cevaplarına şairin hayatından kesitlerle verdiği cevaplar ise okumaya değer. Şiiri üstüne yazıları ise Neşe Yaşın, Ahmet Yıkık ve Halil Karapaşaoğlu yazdılar. Ahmet Yıkık’ın şiir üstüne eleştirilerinin ayrı bir yeri olduğunu da belirtmeliyim.

Bu sayının özgün bir yanı var, o da İzmir’de ikamet eden, bu güzel ilimizde yaşayan şairlerin büyük bir çoğunluğunun aynı sayıda ürünlerinin yayımlanması. Bazı şairlerin (Yusuf Alper, Muzaffer Kale ve Müesser Yeniay) daha önce gönderdiği şiirlerle dosya daha bir yüklü oldu. Dolayısıyla dergi bir anlamda bir İzmir dosyası oldu. Öneri ve çabaları için Fergun Özelli’ye teşekkürlerimizi belirtmek bir görev.

Celâl Soycan Poetik Notlar 10’da bu defa Platon’un bütün dilcilerin üstünde yıllarca tartıştığı Kratylos Diyaloğu üstünden ad-nesne ilişkisini yeniden gündeme getiriyor. Soru şu: Bir gösterge olarak adın nesneyle ilşkisi nedir? Bir kavramı işaret eden ad doğrudan varlığa mı içkindir, dile mi aittir?  Soycan, tartışmayı Wittgenstein, George Canguilhem, Lacan, Freud, Alain Badiou, Derrida, Foucault, Nietzche, Heidegger ve Marksizm ile besleyerek sürdürüyor.

Atalay Saraç’ın Celâl Soycân’ın son kitabı Hadde’den yola çıkarak şiiri üstüne yazdığı nitelikli ve bir o kadar da düşündürücü eleştirisi Celâl Soycan’ın yazısından sonra zevkle okunacak bir yazı.

Bir süredir Şiirden Dergisi ülkemiz sınırları dışında Metin Cengiz’in hazırladığı ve çevirdiği başka ülkelerin şairleriyle poetikaları üzerine konuşmaları yayımlıyor. Bu sayıda ülkemiz şiir okurunun da yakından tanıdığı Vietnamlı şair Mai Van Pan ile Arnavut şair Olimbi Velay   sorularımızı yanıtladılar.

Bu sayıda çevir menleriyle birlikte dünya şairleri: Emily Dickinson, Zeynep Uzkur, Rainer maria Rilke, Serkan Doğan, Sylvester Clancier, Aytekin Karaçoban, Metin Cengiz, Jose Manuel De Vasconselos, Hans Till, Cemal Sakallı, Claudio Pozzani, Ümit İnatçı, Radu Florescu, Neriman Hasan, Mario Joao Cantinho, Sona Hambardzum, Serkan Doğan, Ocean Vuong İbrahim Altay.

 

Ülkemizden şairler:  Yusuf Alper, Muzaffer Kale, Hakan Cem, Altay Ömer Erdoğan, Ruhsan iskifoğlu, Müesser Yeniay, Mehmet Rayman, Esen Özelli, Mavisel Yener, Özlem Dertsiz, Erhan Karakiraz, Serap Erdoğan, Seçil Avcı, Nihat Özdal, Neslihan Yalman, Dilek Özkan, Oğuz Tümbaş, M. Utku Yeşilöz, Ayşe Deniz Onaral, Mehmet Özceylan, Eren Burhan, Turgut Baygın, Özgür Balaban, Mustafa Eroğlu, Kazım Şahin, B. Kenan Kocatürk, Berivan Kaya, Eylem Hatice Bayar, Mustafa Bıyıklı, Başak Tuncel, Süheyla Akın, Yunus Karakoyun, Sinan Ulakçı, Ayşe Saşak Kanca, Arsen Evrekliyan, Mehmet Rahmi Kadıoğlu.

 

Editörden

 

Dünya (gerçeklik) soyutlanmış bir anlam sistemidir. Biz bu bir bilinç ürünü ve doğal olarak bu bilinç ürününü olanaklı kılan dil ürünü olan soyutlanmış anlam sistemini masal, kurgu ve hikâye olarak yaşarız. Yani soyutlanmış anlam sistemi olarak dünya bizzat masal, kurgu ve hikâye olarak da soyutlamadır. Peki dünya bir soyutlama olarak nasıl oluyor da masal, kurgu ve hikâye oluyor? Masaldır zira biz dünyayı bizden önce kurulu, apriori halinde buluyoruz, bundan dolayı dünya masal halinde yaşanan bir soyutlamadır. Kurgudur çünkü soyutlanmış bir anlam sistemi olan dünya bir sanat eseri gibi anlatılır, sunulur bize, biz de onu böyle algılar ve öyle yaşar öyle yeniden yeniden yaratırız. Ve son olarak hikayedir çünkü bir sanat olarak yarattığımız bu soyutlanmış anlam sistemine yani dünyaya tanıklık ederiz. Kısaca bizden önce kurulu, soyutlanmış bir anlam(lar) sistemi olarak dünya/gerçeklik hem bir masal hem bu masalı yaratırken kurgu hem yaşarken tanık olduğumuzdan (yaşadığımız ve hikâye ettiğimiz için) hikâye halindedir.

Ama bütün bu olgular dil ile olanaklıdır, dünyayı masal, kurgu ve hikâye olarak soyutlanmış bir anlam(lar) sistemi olarak yaşamamız dil sayesindedir. Ve dil bu soyutlanmış anlamlar sisteminin yaratılmasında bilincin bir uzantısı olarak değil bilinç gibi etkin bir işleve sahiptir. Dil de bilinç gibi dünyayı soyutlanmış bir anlamlar sistemi halinde bize sunmadan önce, dile içkin eleştirel gücünü kullanır. Burada bilince hem bağlı hem kendine özgü bir güç olarak kullanır eleştiriyi. Bilince bağlı olması eş zamanlı olarak bilinçle iş gördüğü, dile içkin olarak ise dilin kendini zenginleştiren bir deneyim olarak. Dilin bizatihi canlı bir organizma olduğunu söylemeye çalışıyorum. Dilin bireysel bir yetenek olması da bundandır. Gelelim dünyanın çıplak, doğrudan iletişime geçtiğimizi sandığımız bir gerçeklikler olgusu olduğu yanılsamasına.

Daha doğduğumuz günden itibaren dünyayı içine doğduğumuz çevre içinde algılar, kavrar, anlar ve öyle yaşarız. Çevre, ancak dil ile olanak bulabilen aile, mahalle, coğrafya olarak yine soyutlanmış bir anlamlar dünyası olarak bizi kuşatır, besler ve büyütür. Yani biz içine doğduğumuz ve apriori olarak bulduğumuz, bize anlatılar, hikâyeler, masallar olarak sunulan bir dünyada yaşarız. Dünyayla temasımız bu bağlamda doğrudan değil dolayımlıdır.

Kısaca dünyayı bir masal olarak yani soyutlanmış, şekil verilmiş bir anlam dünyası olarak buluruz. Buna kendimiz de katkıda bulunuruz yani bu masalı yeniden yaratırız (bir sanat eseri olarak) yani kurgularız. Bu süreçte hikâye ederiz çünkü tanık durumundayız. İşte şiir bu hikâye etme esnasında bir söylem farkı olarak doğar.

***

 

Gelecek sayıda, Fazıl Hüsnü Dağlarca’ın şiirimizdeki önemi/yeri eleştirel bir bakışla ele alınacak.