Özdemir İnce Gennady Aygi’yi Anlatıyor

 

ÖZDEMİR İNCE

VOLGA’NIN MALLARMÉ’Sİ GENNADİ AYGİ

 

Şiir dünyasında  “Volga’nın Mallarmé’si” lakabıyla anılan Gennadi Aygi’nin nereli olduğu Volga’dan belli. Sovyetler Birliği vatandaşı olarak doğdu (Çuvaşistan, 1934), Rusya (Moskova,2006) vatandaşı olarak öldü. Doğduğu yer, Çuvaşistan bir Hun-Türk özerk Cumhuriyetidir. Çuvaş dilinde “Hun Çocuğu” anlamına gelen Hunnadi adı Rusca Gennadi olarak da yazılmakta.

Benim yakın dostumdu, şiirlerimi Çuvaşçaya çevirmişti.

Onu, 1985-86 yıllarında, şiirlerini Fransızca’ya çeviren, dünya’ya tanıtan  Léon Robel ve ona “Volga’nın Mallarmési” ünvanını veren aktör, yönetmen, şair ve çevirmen Antoine Vitez  sayesinde tanımıştım. Bana, Paris’e Rusca kitaplarını göndermişti. Bu kitapları, bilgilenmesi ve ilgilenmesi için dönemin genç şairlerinden ve çok iyi Rusca bilen Azer Yaran’a verdim. Azer,  İstanbul’a küsüp, 1991 yılında, Fatsa’daki köyü Kavraz’a (Korucuk) döndü. Gennadi’nin şiirlerini orada dilimize çevirdi; 1995 yılında şiirler, Sen, Simasıyla Çiçeklerin adıyla İyi Şeyler yayınevi tarafından yayınlandı. Azer, bir daha İstanbul’a dönmedi ve 2 Ekim 2005 yılında ne yazık ki kanserden öldü.

Bildiğim kadarıyla, Azer Yaran’ın dilimize çevirdiği Gennadi Aygi ile ilgilenmesi gerekenler ilgilenmedi. İlgilenselerdi rahatları kaçardı.

 

2002 yılının  9-12 Mayıs günlerinde, İsviçre Arap Kültür Merkezi’nin Zürih’te düzenlediği Uluslararası Al Mutanabbi Şiir Festivali’nde buluştuk Gennadi Aygi ile ve ilk kez şiirden ve her şeyden uzun uzun konuştuk. Artık dünyanın en önemli şairlerinden biriydi, şiirleri 50 dolaylarında dile çevrilmişti. Benim mutlaka Rusca’ya çevrilmem gerektiğini düşünüyordu. Kendi şiirlerinin de Türkçeye, Peter France’ın İngilizce çevirisinden çevirilmesini istiyordu. Eve dönüşümde Ülker İnce’yi çeviri yapmaya razı ettim ve aradan çekildim. Bunun üzerine Ülker-Gennadi-Peter France arasında doğrudan yazışmalı ilişki başladı. Iyı ki başlamış… Çünkü 2006 yılında ölmeden önce, bir vesile ile Rodos’ta şiirlerinin Türkçe ötüşünü duydu, çok mutlu oldu ve “Bu ses benim şiirimdir!” dedi.

 

Ülker İnce’nin çevirisi Mart 2015’te ve Seçilmiş Şiirler adıyla Şiirden Yayınevi tarafından yayınlandı. Yayıncı Şair Metin Cengiz idi. İyi Şeyler yayıncılıktan sonra  Metin’e de teşekkür edilmesi gerekir.

 

Birkaç ay önce Gennadi Aygi’yi özledim ve Léon Robel’in hazırladığı, Seghers yayınevinin “Poètes d’aujourd’hui” (Günümüz Şairleri) dizisinde yayınlanan Aïgui’yi  (1993) tekrar okurken, birden şeytan dürttü “Ulan kalk, internete bir bak,Gennadi hakkında neler yayınlanmış bakalım” dedi. Ben de şeytana uyup baktım ve Merkezgar adlı bir blogda “Gennadi Aygi’nin Düşü” adlı bir yazı buldum. Yazanın adının  Milat Özçelik olduğunu sora sora öğrendim. Bu ilginç yazıdan başka bir yazıya rastlamadım. Ve çok üzüldüm!

 

Çünkü İkinci Yeni’den sonra sadece kış değil dört mevsim uykuya dalan, halinden memnun ve mutlu, kendi kendini tatmin eden Türk şiirini Gennaadi Aygi aracılığıyla tedirgin etmek istemiştim. Daha sonra gelen kuşaklar, İkinci Yeni’nin çeviri şiirler, çeviri kitaplar sayesinde İkinci Yeni olup çağdaşlaşmaya çalıştığını anlamamışlardı. Türk şiiri ding beygiri gibi kendi çevresinde dönüp duruyordu, kendi sütünü içen inekten farksızdı.

 

Şimdi, buraya gelince, ne demek istediğimi anlatabilmek için eski (1995)  bir yazımı bilgi ve ilginize sunuyorum.

 

 

***

 

ENSESTE KARŞI ÇEVİRİ [1]

 

Bildiğiniz gibi “ensest”in anlamı: mahremler arası zina, yakın akrabalar arasında cinsel ilişki… Âdem ile Havva’nın çocukları­nın soylarını sürdürmeleri için ensestten başka çareleri yoktu. Havva çocuklarını ikiz doğurmuştu: bir kız bir oğlan, ama bunlar kendi aralarında evlenememiş, eşlerini zorunlu olarak öteki ikiz­lerden seçmişlerdi. Ensestin yasaklanmasının en önemli nedeni, aktörel değil, daha çok biyolojik: soyun bedensel yozlaş­masını önlemek, sakat doğumlara engel olmak.

Yalnızca şiirin değil, bütün kuramlarıyla kültürün durumu da böyle: kapalı kültürlerin, kapalı devre şiirin durumu enseste ben­zer. Bütün kültürlerden yalıtık kültür sonunda yozlaşır, bütün şi­irlere kapalı şiir bir gün kesinlikle sakat doğumlara yol açar. Çün­kü şiirsel kapalı devrenin ensestten farkı yoktur. Soyu korumak, soyu güzelleştirmek için aile dışı, giderek klan dışı evlilikler ge­rekir: yani çeviri!

Çeviriyi kimi yazılarımda “aşı”ya benzettiğim olmuştur. Al­manca’da da öyle midir, bilemem, ama Türkçe’de aşının iki anla­mı var: ağaçların soyunu geliştirmek, yaban ağacını meyve veren ağaçlara dönüştürmek için aşı yapılır. Genler arası aşı yoluyla ye­ni türler üretildiğini biliyoruz: şeftali ile erikten “nektarin”i üret­tiler… Aşının öteki, ikinci, anlamı da hastalıklara karşı aşı.

Nereden bakılırsa bakılsın hep bedensel, biyolojik sağlıkla il­gili işlemler, girişimler. Fransız yazarlar, şairler romantizmi Almanlardan, İngilizlerden öğrendiler, ama yapıtlarıyla onları etki­lediler. Şimdi adlarını tek tek sıralamaya gerek yok, ama şairler­den söz ediyorsak, çok sayıda “büyük” şairin çeviri yaptıklarını, en azından komşunun kümesine meraklı olduklarını görürüz. Bu merak keşif merakı, aym arka yüzünü görme merakı. Çünkü ayın öteki yüzü bir başka dilin ve kültürün şiirindedir. Bir dilin şiiri belli bir nesnenin tümünü göremez, nesne ancak başka bir şiirin gözüyle tamamlanır. Çeviri yoluyla alınan malzeme ya da parça, bir otomobilin eksik parçasına benzer. Her parça her otomobile uymaz. BMW parçasını traktöre ya da el arabasına monte ede­mezsiniz.

dil bilen, daha doğrusu yabancı dil bilen bütün şairlere çeviri yapmalarını öneririm. Şiir çevirisi yapmayı bıraktığımı açıklar­ken, şiir çevirisi yapmanın “enayilik” olduğunu yazmıştım. Ama, sanınm, her yabancı dil bilen şairin bir süre enayi olması hem ge­reksinim, hem de zorunluluktur. Bir de işin hak yanı var: kutup­ları, Amerikaları, okyanusları keşfetmek hakkı…

***

 

Gennadi Aygi’nin cevherini Nazım Hikmet ve Boris Pasternak’ın keşfetmesi bu iki şairdeki şiir dehasının bir kanıtı olmalı. Léon Robel’in kitabından [i] aktarıyorum: Polonya’ya son gidişinde, konuşması bittikten sonra Nazım’a Sovyet şiirinde artık yeni ve ilginç bir şey bulunmamasının nedenini sormuşlar. O da “yeni ve ilginç” olarak Aygi’ni adını vermiş. Nazım 1963’te aramızdan ayrıldığına göre bu tavsiyeyi pek erken yapmış. Ayni günlerde Boris Pasternak ve Nazım Hikmet, Gennadi Aygi’ye “Oğlum sen şiirlerini Çuvaşça değil artık Rusca yaz!” demiş olmalılar. Çünkü Rusca Aygi’yi iyice kanatlandırdı.

 

Gennadi Aygi, kendisini şöyle anlatıyor:

«Kısaca söylemem gerekirse benim şair olarak doğuşum son derece güç oldu. Kimi şairler vardır “tekmili birden” doğarlar,şaka niyetine “tıpkı kuzular gibi” derim. Kuzuların doğuşunda gizemli bir taraf vardır, hep kışın doğarlar. Köylerde koyunların kuzulamasına çok dikkat edilir, doğar doğmaz hemen izbalara [2]  götürülürler. Günboyu yatarlar, ama akşama doğru ayaklanıp emecek meme, tostayacak bir şey ararlar. Ve böyle şairler vardır (kötü bir şey söylemek istemiyorum, mükemmel ve hattaa büyük şair olurlar.)»

«Benim durumum, söylemem gerekirse “biraz Swedenborg [3] tarzı” oldu.Bilirsiniz Swedenborg, insanın doğuşta canlı varlıkların en güçsüzü olduğunu söyler; tıpkı yavaş yavaş hayatla (Swenborg kuşkusuz “Tanrı ile” der) dolacak vazo gibi, yavaş yavaş dolar ve sonunda “tam insan”a dönüşür.»

«Bunu söylerken kendime herhangi ender bir paye vermiyorum, kısacasi “olanlar böyle oldu.”».[4]    

 

Olanlar tıpkı Gennadi Aygi’nin dediği gibi oldu. Derler ya, ölünceye kadar gün yüzü görmedi. Yoksul doğdu, öğretmen babası 1943 yılında savaşta öldü, dokuz yaşında öksüz kaldı; onu ve iki kız kardeşini kolhoz emekçisi annesi büyüttü. Dedesi şaman olduğu için bu kültürün içinde büyüdü. Bir “iç sürgün” olarak resmi sovyet kültürünün dışında kalmaya çalıştı. Şiirleri hakkında burada bir yorum yapmak istemiyorum. Nazım Hikmet ve Boris Pasternak’ın “manevi oğul” sayıp titizlikle koruduğu , dünyanın en önemli şair  ve eleştirnenlerinin “yeni, şiir sanatı cephesinde devrimci ve büyük” saydıkları bir şairi bir tanıtma yazısında değerlendirmek hem gereksiz hem olanaksız. Büyüklüğüne ve önemine inanmasaydım zaten bu yazıyı yazmazdım. Ama kısaca tanımlayacak olursam: Kültürler kavşağında, Fransız sembolizm ve üstgerçekçiliğinden, XX.yüzyıl başlarının fütürist –öncü (avant-garde) Rus şiirinden (Klebnikov, Mayakovski, Pasternak) ve Çuvaş folklor ve şiirinden beslenen bir şiir yazdı.

 

Köydeki öğretmeni onu öğretmen okuluna gönderdi.1953 yılında, yazar adaylarının öğrenim gördüğü Moskova Maksim Gorki Edebiyat Enstitüsü’ne girdi. Aralarında yasak edebiyat ve yazarlar olmak üzere oburca okumaya başladı. Bu arada Charles Baudelaire’i keşfetti, onu ve Fransız şairlerini okumak için kendi kendine Fransızca öğrenmeye başladı. Boris Pasternak’la yakın ilişki kurduğu için kara listeye alındı, bu da Enstitü’den geç mezun olmasına yol açtı. Siyasal bakımdan parti çizgisinden saptığı gerekçesiyle Komsomol’dan atıldı. İşsiz kaldığı için tren istasyonlarında ve sokaklarda yattı. Bu dönemde öncü ve başta Kazimir Maleviç (1879-1935) olmak üzere yeraltı ressamlarının yapıtlarıyla tanıştı, onlardan etkilendi. Bir sure (1961-1971)  Mayakoski Müzesi’nde çalıştı, çeviri yaparak para kazanmaya çabaladı ama şiirlerini yayınlamak olanağı bulamadı. Ancak bu arada şiirleri Batı dünyasında tanınmaya başlamıştı. Prestroyka’dan sonra 1988 yılında ilk kez yurt dışına çıktı.

Ve ilk kitabı Yevtuşenko’nıun önsözüyle yayınlandı (1991) ve bir yıl sonra ikinci kitabı.

***

Şimdi artık Ülker İnce’nin çevirisinden konuşabiliriz: Gennadi’nin şiirlerini çevirmeye karar verdikten sonra onunla ve İngiliz çevirmeni Peter France’la sıkı ilişki kurdu. Bu çetin şiirlerle yıllarca uğraştı, bu arada Gennadi öldü (2006) ama Ülker çalışmayı sürdürdü. Şimdi karşımızda alçakgönüllü bir çeviri anıtı var. Kitabın başında Peter France’ın 10 sayfalık “Giriş” yazısı, ardında Ülker’in 14 sayfalık “Çevirmenin Önsözü” yazısı, bu 24 sayfalık hazırlıktan sonra Türkçe öten Çuvaş-Rus melezi şiirler…Şiirlerden sonra “Notlar” ve “Ek” bölümleri ve en sonra da “Çevirmenin Sonsözü” VE karşınızda, elinizde benzersiz bir çeviri ve çeviri sanatı üzerine “teori ve pratik kitabı”…

 

Bu kitap 2015 yılında yayınlandı…Bu yazı ocak 2022’nin ortalarında yazılmakta… Birkaç hafta sonra yayınlanacak, bakalım yedi uyurlar uykudan uyanacak mı?

 

***

 

2006 yılında Gennadi’nin karısından onun bir hastaneye kaldırıldiği mesajını aldım. Hastane masraflarını ödemek zorlukları varmış… Ben bu konuda gerekeni yaptım, ardından Hürriyet gazetesinde (3.2.2006) Rusya  Başkanı Putin’e seslenen bir yazı yayaınladm.

bir yazı yayınladm. 18 gün sonra, 21 Şubat 2006 günü Gennadi Aygi yoksul ama çok büyük bir şair olarak öldü.

 

***

 

SAYIN PUTİN !  [5]  

Sayın Putin, bir maruzatım var! Konu, doğal gaz bunalımı, Mavi Akım uygulamaları değil. Bizimkiler işi yüzlerine gözlerine  bulaştırdıkları için, bu işin içinden, benim hatırım için (!) de olsa çıkmak mümkün değil.

 

Size başvurum bir Rus şairle ilgili: Çuvaş asıllı Gennadi Aygi (Геннадий Айги) ile ilgili. Gennadi, benim yakın arkadaşım. Rus dilinin (henüz) yaşamakta olan en büyük şairlerinden biri.  Büyük Fransız tiyatro adamı ve Gennadi’nin çevirmeni Antoine Vitez’e göre “Volga’nın Mallarmési!”. Bu Bir Türk şairine “Boğazların Puşkini!” demek gibi bir şey.

 

Sayın Putin, Avrupa Yazarlar Kongresi’nden (European Writers’ Congress – EWC) bir e-posta iletisi aldım: Hastalanan Gennadi Aygi’nin bir Moskova kliniğinde yatmakta  olduğunu; aile sağlık sigortalarının hastane ve ilaç masraflarını karşılayamadığını; bu nedenle, hastane faturasını ödemeleri için aileye yardımcı olmamızı yazıyorlar. Kuşkusuz, mütevazı bütçemin elverdiği oranda yardımda bulunacağım.

Sayın Başkan Putin, bu haberden dolayı nasıl şaşırmış ve yıkılmış olduğunu tahmin edemezsiniz. Bizim ülkemizde Rus halkı merhametiyle, romantikliğiyle, coşkusuyla  ve delişmenliğiyle ünlüdür. Rus insanını, Puşkin, Tolstoy, Dostoyevski, Gogol, Çehov, Pasternak, Mandelştam,  Şolokov ve Bulgakov gibi büyük yazarların yapıtlarından tanıdık.

Çarlık Rusya döneminde olsun, Sovyetler Birliği döneminde olsun “Rus Devleti” tıpkı Rus halkı gibi sanatçılarına, yazarlarına sahip çıkmıştır.

Sovyetler Birliği döneminde, Yazarlar Birliği sadece Sovyet yazarlarına değil bütün dünyanın  yardım isteyen yazarlarına kucak açmış, sağlıklarını kazanmalarına yardım etmiştir.

Ülkemin birçok yazarı ve ailesi Sovyet Yazar Birliği’ni şükranla hatırlamaktadır.

 

Sayın Başkan, ne oldu da Rusya en büyük şairlerinden birini bir Moskova hastanesinde unuttu? Yeni düzen Rusları bu kadar mı değiştirdi?

Gennadi Aygi 1934 doğumlu. Çuvasistan’ın Chairmourzino kasabasında doğdu. Ömrü boyunca yoksulluk çekti. İşlerinin düzelmeye başlaması şunun şurasında sadece 15-16 yıl.

Sayın Putin,  Ankara ve Istanbul’daki temsilcilerinizin bu mektubumu size ulaştıracaklarını biliyorum. Onların sanat ve edebiyata duyarlı oldukları kadar,  görevlerinin sorumluluklarının bilincinde insanlar olduklarına da inanıyorum.

 

Sayın Putin, size  “Ölüm” başlıklı bir Gennadi Aygi şiiri okumak istiyorum Türkçe. Annesinin ölümü üzerine yazmış:

“Başındaki örtüsünü çıkarmadan / annem ölüyor, / hayatımda ilk ve son / ağlayışım bu bakarak // o acınası entarisine.// Ah, ne sessiz kar, / sanki dünkü iblisin / kanatları düzlemiş gibi. // Ah, ne dolgun kar birikintileri / sanki saklıyorlar karınlarında / dağlarını putataparların // tanrılara adanmış kurbanlarının. // Ama kar tanecikleri hep taşıyor taşıyor toprağa // tanrının hiyerogliflerini…” [6]

 

 

[1] Şiir-lik dergisi (Almanya, Nisan 1995); Çile Törenleri (Varlık Yayınları, 1995; Yazmasam Olmazdı (Doğan Kitap, 2004. s.372)

[2] Ahşap kulube, izbe

 

[3] Emanuel Swedenborg (1688-1772), İsveçli bilimci, filozof, Hristiyan mistiği ve din bilimci, mucit.

 

[4] Léon Robel, Aïgui, Poètes d’aujourd’hui, Seghers, 1993, s.7

[5] Hürriyet Gazetesi, 3.2.2006

[6] Ülker İnce, Gennadi Aygi, Seçilmiş Şiirler, Şiirden Yayınları, 2015. S.40