Şiirin Estetik Özerkliği Bağlamında Yavuz Özdem Şiiri/Celal Soycân

Şiirin Estetik Özerkliği Bağlamında Yavuz Özdem Şiiri/Celal Soycân

 

Şiirin Estetik Özerkliği Bağlamında: Yavuz Özdem Şiiri

1/ Adorno’dan mülhem, Auschwitz’den sonra şiir yazmak, evet, barbarlıktır; öte yandan
modern şiirin dışavurumcu özü karşısında dilin kısıtları düşünüldüğünde, zaten şiir
imkânsızdır, beyhûdedir. Bu farkındalığın bir vehim olmadığını, son yüz yılın şiir
tecrübesinden olanca derinliğiyle öğrendik.

Verili yazma/okuma/algılama/anlamlandırma sistemi içindeki okurdan belli ölçüde kopma
pahasına, şiirin estetik taleplerinden feragat ediyor; varoluşa ve dünya hallerine dair uçurum
meseleler dolayında genel olarak sanatı, ama özellikle de dil malzemesi üzerinden şiiri dikenli
sorular yumağına çeviriyoruz. Bunun epistemik zemininde, elbette rasyonalitenin
dikotomileriyle trajik bir zihinsel/dilsel hesaplaşma yatıyor: Nesne/özne, doğru/yanlış,
somut/soyut, geçmiş/gelecek, ışık/karanlık, hatırlama/unutma, madde/mânâ vb. diyalektik
bir ilişkisellikte aşılmadıkça, yanlış (kötü) hayatı en azından bilince taşımak mümkün olmuyor;
bunun için de şiirin verili estetik kodlarını süreğen bir eleştiriden geçirmek gerekiyor.
Auschwitz sonrası içinden geçilen kötülük, sanatın olumlayıcı kapılarını sonsuzca kilitlemiştir;
bu anlamda negatif diyalektik kavramı, günümüz sanatının anlamlandırma düzeneğinde
zihinsel bir açkıdır.

2/ Tetikleyici gücünü Freud sonrası psikanalizden yakın dönem felsefesinin dile , bununla
bağlantılı olarak doğrudan şiirsel söyleme dönük köklü ilgisi, şiir eleştirisi için de poetik
imkânlar sağladı. Bu nedenle Freud/Heidegger/Benjamin/Adorno hattında ilerleyen çağdaş
eleştirinin, kendi aslî donanımı dışında, felsefe ve psikanaliz başta olmak üzere diğer yan
disiplinlerle irtibatı zorunludur.

Dil’in indirgeyici/sınırlandırıcı yanı, varoluş ve dünya hâllerini anlamlandırmada onu çaresiz
bırakmakta, metafora ve metonomiye dayalı bir söyleyişe sürüklemektedir. Böylece, şairin
ve okurun ufku /niyeti meselesi öne çıkmaktadır. Adorno’nun tesmiye ettiği Barbar şiir ise,
doğrudan estetik kodlarla hesaplaşmayı öngörür.

Günümüz Türk şiirinin kıymetlilerinden Yavuz Özdem şiiri, kabaca not ettiğim bu mesele için
başarılı bir çözümü işaret ederken, eleştiriye yön vermede sağlam tutamaklar taşımaktadır.

3/ Şairin son kitabı Unutmama İmgesi ( Şiirden yay.2019) bu eleştirel yazının nedenlerini de
içeren güçlü 43 şiirden oluşuyor. Şiirlerin tamamı, hesabı peşin ödenmiş bir
düşünsel/ontolojik çıkışsızlığın dile çökeltisidir; poetik açıdan ilmekleri dikkatle atılmış, kırık
göndermeler ve bulanık imâlar, çağrışımlar, içsel yankılar ve kimi kelimelerin neredeyse

kavrama dönük doluluğu; ama asıl da ortalama okuru zora sokan kimi estetik beklentilere
gönül indirmeden söyleyişi etkileyici…

Kelimelere bindirilen semantik yük, sözdizimindeki yalınlık ve susku aralıklarıyla ya da kısacık
dizelerle dengelenirken, ses /sessizlik diyalektiği ustaca kuruluyor; bu noktada asıl çarpıcı
hamle, uyak ve ritim kurgusu neredeyse sıfırlanarak okurun konformist alışkanlığı
örseleniyor. Öyle ki, kimi şiirlerde neredeyse günlük konuşma âhengi baskın:
Aslında hayat, bir belirsizlik üzerine kuruludur./ (bu yüzden) / Gerçeğin kendisi belirsizliktir./
(bu yüzden) /belirsizliğin bilgeliğini anlamak zordur.

Düşünsel olanın olabildiğince dile tutunma çabası, şairin estetik tercihinde öne alınmıştır;
böylece ortalama/verili okuma için sert bir söyleyiş duyulur; ama şiirin estetik yükselişi de bu
cürette yatar. Retorikle ve uyumlu ses örgüsüyle uysallaştırılmış okur, baştan selâm dışıdır.
Bir başka şiire bakalım: Girişte soldaydı defter / Aynanın önünde // Defter yok /Defter aynada
yok // Defter karanlıkta kaldı/ Karanlık // Aslına sadık kaldı
Burada beliren güçlü ama taptaze imge, anlamlandırma iradesine dayalı bir dil bilinci ister;
Yavuz Özdem şiirselindeki güvenli ve cesur kurgu buradan beslenir. Belki tam burada,
eleştirimiz için de ufuk açıcı olmasını umduğum birkaç şeyi not etmekte fayda var.

4/ Adorno, kimi eleştirmenler tarafından bazı teknik/estetik yanların ihmal edildiği
iddiasıyla kötülenen Beethoven’in son dönem eserlerindeki (son 5 piyano sonatı, Dokuzuncu
Senfoni, Missa Solemnis, son altı yaylı çalgılar dörtlüsü birkaç piyano parçası) yüksek düzeyi,
Beethoven’in Geç Dönem Üslûbu adlı bir yazı fragmanında çözümler
Edward W.Said, konuyu irdelerken şu dramatik saptamayı yapar: “Sanatının doruk
noktasındaki bir sanatçının hâlâ bir parçası olduğu burjuva düzenle ilişkisini kestiği ve onunla
çelişkili, yabancılaşmış bir ilişki kurduğu bir andır bu.”

Evet; ölüme yakınlığın armağanı olan bu acılı bilinç, dehânın bazı estetik kodları çiğneyerek
yüksek bir ifade düzeyini yakalamasını sağlar; özellikle Missa Solemnis’teki koral bölümler ve
sona doğru beliren kemanlar, ifadeyi kısıtlayan bütün estetik /toplumsal kabullere
yabancıdır. Bu eserlerdeki uyumsuzluk, bitirilmemişlik duygusu, parçalanmış kalıplar ve âni
kesintiler öznelliğin gücüdür.

Bu bağlamda Yavuz Özdem şiirindeki epizodik (duygusal/düşünsel dalgalanmalar)
kesintilerin ve derin sessizliklere yüklenmiş semantik kurgunun işaretlenmesi gerekir.
İlki için şu örnek dikkatimi çekti: Her elin bir hikayesi var/ Bir el daha yapalım// Adam /
balıkların iştahsızlığını/ Hikaye etti./ Dibe çöken yemleri,/Kirlenen suyu//Çamurda yürüdük
dinlerken biz onu/Çamur sıçrar herkese/Bir el daha yapalım// Bir el daha yapalım/bir kökü
saracaksa bir koku/Yosun kokusu olmalı// Bir el daha yapalım/Sonra kusarız/Sonra hep
birlikte/Bir el daha yapalım.

Derin sessizlikler hemen bütün şiirselde belirgin; bir örnek olsun:
taksideyim/taksicide/yenilgiler görmüş bir üslup/ben/kağıt üstünde kalıyorum/dayak yiyen
çocukluğum dahil/her şeyim/ kağıt üstünde// dikiş tutturamıyorum bildiğim dillerde.

5/Sözün sükuttan çekingen sıyrılışı, öznelliğin gücünü işaret eder; bu konuda Adorno’nun o
bulanık söyleyişi hatırlanmalı: Eser, geride bırakıldığı ve boşluğunu dışa çevirdiği anda
sessizdir.

Yavuz Özdem şiirinde parlak düşünsel/görsel imgelere tutunan bu sessizlik , ontolojik bir
kavrayışın, çoğu kez de çıkışsız bir anlamlandırma acısının izleridir. Sarsıcı dilsel duraklarda,
dile tutunamayan duygu/düşünce oyuklarında, teselli edici estetik efektleri erteleme
pahasına doğrudan bir anlamlandırma hamlesi öne çıkar.

Beethoven’in geç dönem eserlerinde “hakim olunamamış malzeme “ etkisi yaratan, ama
aslında besteciyi tam da bu süreçte alışılmadık bir üst seviyeye taşıyan, malzeme estetiğinin
kimi dayatmasına karşı kayıtsızlıktır; şöyle: Artık kendini verili olan dolayında dile
getirmekten umudunu kesmiş, dile tutunamayan duyumsamalara yönelmiştir ki, bunun için
malzemenin aşılması gerekir. Oysa her malzeme, içkin düzeyde aşılmaya karşı dirençlidir;
mesela dili kullanarak dili aşamazsınız. Dolayısıyla güçlü bir öznel ifade, konvansiyonel
malzeme estetiğinden feragat ederek ilerleyebilir; sanat tarihindeki dönemsel kırılmalar bir
yanıyla da bu kopuşların tarihidir.

Şiire dönersek: Auschwitz sonrası şiirin Barbarlığı, bu kopuş iradesini çok daha derinlerde
düşünmeyi gerektirir; ben önceki okuma notlarında, meseleyi bütün bir sanatın anlamı
dolayında konuşmaya çalıştım ve “Düşünmenin Poetikası” başlığı altında, günümüz şiirinin
öncelikle duygu/düşünce ayrımını aşmak üzere konumlanmasını, süslemeci retorik başta
olmak üzere, olumlayıcı dilden kopması gerektiğini not ettim.

Kaldı ki şiirimiz bu konuda değerli örnekler vermiştir, vermektedir; sorun, genel olarak
eleştirinin kendisi bu kopuşa dair poetik/estetik ilmeklerle hesaplaşmayı ıskalamıştır; popüler
olanda oyalanarak ortalama okurla iyi geçinmeye çalışmaktadır.

6/ “Geç Dönem Üslubu”nu yücelterek estetizme haddini bildiren Adorno’nun kendisi de bir
filozof olarak hemen bütün yazılarında benzer konumdadır: Uyumsuzluk, belirsizlik,
kopmalar, fragmantal söyleyişler, sahte bütünlüklere muhalefet (ki, eleştirel düşünüşün
mihenk taşıdır), kişisel deneyimin önceliği ,sessizlikler ve gedikler aracılığıyla iş görme,
yönetimden kaçınma, seçkinci konumu koruma vb. özellikler ifadeyi belirler.
İnsanlığın henüz yüzleşmeyi göze alamadığı Auschwitz ise, sonrasındaki her insani faaliyet
üzerinde belirleyici olmayı sürdürüyor; sürdürmelidir.

Meselenin kilit taşı ise Dil’dir; dolayısıyla sanatsal pratik içinde biricik anlamlandırma imkânı
olarak şiir, ancak bu bilinçle Yanlış Hayat için farkındalık yaratabilir.
Yavuz Özdem şiirselindeki eksiltiler ( Evin içinden bir soru://Konuşan kim?/Bir kuyumcu
mu/Karakış üzerine), sessizlikler, bütünsellikten kopuşa yönelik söyleyişler(Kumardan
kalktım/Yürüyorum bir çizgide/konuşmayla yazma arası bir çizgi/Düşsel.),öznelliğin
çekincesiz öne çıkışı ve dilin bu amaçla gereğince hırpalanması okuru sessizce tefekküre
çağırıyorsa, bu farkındalık nedeniyledir. Adorno’dan bir alıntı: Sanat eserinde işlevi olmayan
her şey- ve dolayısıyla salt varoluş yasasını aşan her şey- geri çekilir; eserin işlevi bu
aşkınlıktan kaynaklanır.

Şiirden Dergisi Sayı 70, Mart-Nisan 2022 “Okuma Notları” 8