Hayat Bir Düş Üstüne Metin Cengiz ile Söyleşi/Esma Özlen

Hayat Bir Düş Üstüne Metin Cengiz ile Söyleşi/Esma Özlen

“Hayat Bir Düş” modern şiirin öncülerinden Metin Cengiz’in en son çıkan şiir kitabı. Şiirleriyle özgün çizgisini ortaya koyan Cengiz, kitabının giriş bölümündeki “Poetikam” metninde bizlere şiire ilişkin görüşlerinden bahsederken kendi varlığını şiirle nasıl inşa ettiğinin hikâyesini de anlatıyor. Ben de Metin Cengiz’in bu hikâyesine elimden geldiğince yakından bakmaya çalışacağım.

 

Esma Özlen– “Şiir de varlık gibi olmalı.” Şiirlerinizde genel olarak anlamı Ben’e yüklüyorsunuz. Ben, hakikat arayışı içinde imgeden imgeye koşup duruyor. Şairin işi mutlak bir hakikat arayışı ise bunu imgelerle ontolojik bir derinliği ifşa edecek şekilde nasıl yapabilir?

Metin Cengiz-Sevgili Esma, varlıkla ilgili sahici bir şiire ulaşmanın biricik yolu şairin kendi yaşamından, deneyimlediklerinden yola çıkmasıdır. Şiirin varlığı dil içinde sahici olarak vermesinin başka yolu yok. Gerçeklik dil ile algılandığından çeşitlenir, dallanıp budaklanır. Söylemler, ideolojiler oluşur ve gerçeklik tanınmaz hale gelebilir. İmge ise dil içinde gerçekliği bütün oluşum süreçleriyle dolaşır. Hakikatimsi olarak (hakikatin kendisi olarak değil) hatırlatır. Böylece ontolojik bir derinlik yaratır. Diğer türlüsü şairi iki türlü tehlike bekler. İlki düşünceyi, fikri, ideolojik olanı şiirin olanaklarıyla yazmak ki bu tür şiir retoriğe çalışır. Diğeri ise albenili, parlak ama anlamsız, içi boş, yığma sözde imge avcılığına. Şimdiye değin Türk şiirinde bu her iki tarz bol bol kullanıldı. 80 sonrasında ikincisi daha genel bir hal aldı ve bu durum halen devam ediyor ne yazık ki. 80 öncesinde ise dönemin özelliğine göre, örneğin 70’li yıllarda ilki, öncesinde ise ikinci eğilim belirleyici oldu. Ben bu tehlikeli eğilimlere çok değindim. Şimdilerde gençler arasında 2. eğilim ağır bassa da bir hastalığın devamı olarak, ilk eğilimin de taraf bulduğunu görüyoruz. Sebebi ne olursa olsun, durum bu. Ben bu iki eğilimden de başından beri uzak durdum, uzak durmaya çalıştım, zaman zaman 2. eğilime “sıkı şiir, kapalı şiir” sözlerinin albenisine kapılmış olsam da. Şiirimin konuşkan bir varlık olarak biçim bulmasına çalıştım. Bu konularda kitabın girişindeki “Poetikam” yazısı mutlaka okunmalı.

 

EÖ.-Heidegger varlıkla düşünce arasındaki keskin ayrımı reddeder. Varlığa özne ve nesne ikiliği içinde bakmak onun için varlığı dünyada yaşayan bir şey olmak durumundan alıkoyar. Heidegger’in bu bakış açısını göz önünde bulundurarak modern şiirin ruhuna dair neler söyleyebilirsiniz?

M.C.-Heidegger’in asıl yaptığı pozitif bilimlerin öğretisine göre varlıkla dünyası ve bunun dile getirilmesi arasındaki keskin ayrımı yoketmekti. Elbette Heidegger’in demek istediği dil ve varlık arasındaki ilişkiyi beden ile kolu arasındaki gibi bir uzantı olarak görmek demek değildi. Heidegger’in bu bakışı varlığın dilde dile getirilmesinde dil-gerçeklik düzlemlerindeki mesafeyi kapattığı gibi müthiş olanaklar verir şaire: sahicilik. Ayrıca toplulukla kaynaşmış bir insanı değil, toplulukla ayrışmış ve ayrışma üzerinden ortak bağlarının ve çıkarlarının bilincinde bir insanı varsayar ki bu da  modern olandır.

Biraz açarsak meseleyi: Şiir bir dil ürünü olmaklıkla zaten varlığın ikinci bir düzlemde dile gelmesidir; şairin kendi deneyimine, yaşanmışlığa vereceği öncelik düzlemler arasındaki farklılığı en aza indirger. Bu da dilin iş anında daha gerçeğe yakın olduğu şeklindeki (Barthes) düşünce bağlamında da ayrıca önemlidir. Modern şiir, varlığın topluma kendi penceresinden, kendi tekil dünyasından ortak dil ve duyarlıkla seslenmesi olarak görüldüğünde Heidegger’in varlık-dile gelme bağlamındaki önemini görürüz.

 

E.Ö-Şiirlerinizde; varlık, hiçlik, ölüm gibi varoluşsal sorunları yokluyorsunuz. Varlığa ve varoluşa dair sorular felsefenin doğuşunda önemli bir role sahiptir. Dolayısıyla şiir söz konusu olduğunda onu felsefeden ayrı düşünemeyiz değil mi?

M.C- Kuşkusuz şiir felsefe gibi varlık/insan ile ilgili birçok konu üstünde düşünür, söz alır,söz söyler. Varoluş da bunlardan biri. Öncelikle felsefe düşüncenin genel ve soyut bir hal almış şeklidir. Şiirde ise imgeseldir bu düşünce. Kaldı ki felsefe ile şiiri karıştırmak oldukça tehlikeli sulara sürükler şairi ve şiirini. Şairi bir ideolojinin, teorinin.. militanı, şiiri bir düşüncenin aracı haline getirir ki bu konuya yukarıda değindik. Şiirin kendine özgü derin yapısında taşıdığı bir şiir düşüncesi, hakikat ile ilgili olan imgesel bir felsefesi ardır ancak bu felsefi görüş olmaktan çok uzaktır.

Şiir varlıkla, varlığı kuşatan her şeyle ilişkisini şiirin olanakları ve araçlarıyla işler. Yani bir boş söz, logomachie değildir, varlıkla, gerçeklikle kendine has formel bir bağ kurarak hakiki olanı işaret eder; bu bağlamda şiirdeki düşünce hakikatı değil hakikatimsiyi imler. Felsefe ise doğrudan hakikatın kendisi üstünde düşünür. Şiir, felsefenin genel hakikate giden spekülatif akıl zincirlemesine daima bir kapısını açık tutar, ancak hepsi bu kadar.

 

E.Ö.-.“Metin Cengiz bir ağaç geceleyin/ Devrim ve aşk ile düş açmış deyin” dizeleriyle bitiriyorsunuz “Yurt” adlı şiirinizi. Avrupa’daki Sosyalist şairlerin şiir geleneğini hatırlattı bu şiiriniz bana.

M.C.-İnsan kendini nasıl hissediyorsa öyle yazmalı, yani varlığı hakkında samimi olmalı. Bu samimiyet aslında komünist olmanın da ilkelerinden biri, sonradan iğdiş edilse de. Sosyalizm modern insanın modern dünyaya ilişkin bir tasarımı olarak düşünüldüğünde varlıkla ilgili düşünceye de katkı sağlayabilecek olgunluktadır gördüğün gibi.

 

E.Ö.- Şiirlerinizde geçen hayvanların ve mitlerin insanın değerleriyle nasıl ilişki içinde olduğundan bahsediyorsunuz. Bu simgesel şeyleri kullanmak ve bir analoji kurmak gerçekliğin yüzünü örtmez mi?

M.C.- Hayvanlar da bizim yaşadığımız evrenin bir parçası.Mitler de insanlığın dünyaya ilişkin açıklamalarının bir formu. Şair neden bunları gerçeği açımlamak, varlığına ilişkin hakikate ulaşmak için yararlanmasın? Şiirin yalnızca bir yolu yok, bazen bir düşünceden yola çıkarak varlığa, gerçekliğe ilişkin önemli hakikatlere ulaşabilir. Yeter ki yöntem doğru olarak kullanılsın. Ayrıca öğrenmekte analoji önemlidir. Ve insan yeni bir şey öğrendiğinde bunu eski bildiklerine analoji yaparak kavrar.

Analoji yapmak bir yöntem olarak varlığa ilişkin bilgi elde etmek için kullanılan önemli ve eski bir yoldur. Yeter ki yapılanın analoji olduğu bilinsin. Kaldı ki varlığa ilişkin bir çıkmaz içinde olduğumuzun farkına çoğunlukla o konuda bir bilince ulaşmakla mümkündür. Analoji bu bilincin kullandığı bir yöntem olarak gerçekliğin anlaşılması için gerçeğin üstündeki örtüyü kaldırmak işlevi görür. Yeni bir örtü olmak işlevini görmez.

 

E.Ö.-Türk şiirinin bugününü nasıl değerlendiriyorsunuz? Şiir eleştirisi?

M.C.- Türk şiiri dünyadaki şiirin ne ilerisinde, ne gerisinde. Ancak dünya ülkelerinin çoğundan daha canlı bir ortama sahip. Geniş kitleler şiire uzak dursalar da şiir okur çevrede müthiş bir enerji var. Bir yerde bir konuda tartışma varsa, orada o konuda bir canlılık da vardır. Hareket-bereket meselesi.

Ülkemiz şiirin en çok tartışıldığı ülkelerden biri, yani canlı ve yaşayan bir şiir ortamı var ülkemizde. Geleneği güçlü bir ülke olarak bu canlılığın şiire önemli katkılarda bulunacağını düşünüyorum.

Şiir eleştirisi ise.. doğru yolda yapılan eleştiri az sayıda şair, eleştirmen tarafından yapılıyor olsa da doğru ve isabetli bir yolda ilerliyor. Birçok ülkede eleştiri bizdeki 2000’ler öncesinde olduğu şiirin açıklanmasına dayalı, verimsiz bir bağlam içinde halen. Ülkemizde ise bu çoktan aşıldı, halen birçok kişi tarafından yapılıyor olsa da eski taraftarını yitirmiş durumda.

E.Ö.- Şiir ve Eleştiri; Özdemir İnce, Türk Şiirinde Bir Mihenk Taşı ve Mercan’a Şiirler adlı üç ayrı kitap daha çıkardınız, oldukça verimli bir yıldı 2018 sizin için. Neler demek istersiniz?

M.C.-Teşekkür ederim ancak onca canlılık arasında bu değerli kitaplarla ilgili sessizlik, canlılığın niteliği hakkında da bilgi verici. Sorular için teşekkür ediyorum.