Selenay Kübra Koçer şiiri üstüne/Çayan Okuduci

Selenay Kübra Koçer şiiri üstüne/Çayan Okuduci

BAZEN BİR ŞİİR…/ Yavuz Özdem

Elbette; (herkesin) bazen bir şiir(i)…vardır. Sadece şiiri mi; bazen  (herkesin) bir şiirden, bir bölümü,  bölümcesi, ikiliği, dizesi…vardır, bulunur ve kıymetlidir.  Hayat, o  şiirde, o şiirle kılık değiştirir ve    biz tanık oluruz bu kılık değiştirmeye…Şiirin her okunuşta farklı gelmesi; çağrış(tır)ım alanlarının genişlemesi, bu kılık değiştirmeden  başka nedir ki….Hem şiir-yaşam bütünlüğü  başka nasıl tanıtlanır ki…

Benim bu sayıdaki ‘bazen bir şiir’im, Selenay Kübra Koçer’in  ikinci şiir kitabı olan  Göç Yolları’nda  (Şiirden-2018) karşıma çıktı: ‘Gölgede Kalan Balığın Hikayesi’. İşte hayatın kılık değiştirmesine de bu şiirle tanık oldum. Tam da şiirin   ‘Gizlice sıyırıyor eteklerini deniz/beni çağırıyor’  dediği yerde. Bu ikilik bana, hem başlığı; hem de başlığın şiire taşıdığı bağlamı unutturuyor. Öyle ki  şiiri başlığıyla birlikte düşündüğümde, hayat yine kılık değiştiriyor; çünkü deniz,  gölgede kalan balığı çağırıyor; ‘beni’ çağırmıyor…

MAYIS-‘19

 

 

GÖLGEDE KALAN BALIĞIN HİKAYESİ/SELENAY KÜBRA KOÇER

I

 

Bir feribot yolculuğunda değişiyor hayatım.

Gizlice sıyırıyor eteklerini deniz,

beni çağırıyor.

Doğduğum yere geri döner gibi

uyuyorum koynunda…

Hiç olmadığı kadar derin

yatağımda geçmişten kalan çukurlar…

 

Korkmuyorum, (ama) benim evim

balıklar arkadaşım.

 

Dalgalar kıyıya vurduğunda

çıkan o ses,

Benim!

 

Üzerinde gezer dünyanın,

nihayet kimse bilmiyor…

 

Rüzgara ilişip de kıyıya dik yamaçlardan,

İçeri, başkalarının koynuna giriyor,

Çoğalıyorum.

 

Sesim, yaprakların titrek telaşına karışıyor.

Oğlanların ilk yarasına düşüyor, ağaçtan.

Selenay Kübra Koçer ile Söyleşi/Çayan Okuduci

“Bana kalırsa şiir hep bir yerlerde var ve bizi bekliyor. Eğer onu görebilirsek; iki yarımın bir tam ettiği gibi kelimeleri kavuşturuyoruz. Sonrası şenlik!”

 

Çayan Okuduci-İlk kitabınızla (İlk Ayrılık) önce Şiirden Şiir Ödülü (2016), sonra ardından  Attila İlhan İlk Kitap Ödülü’nü (2017) aldınız. Genç bir şair olarak ödüllerin üstünüzde ne gibi bir etkisi oldu? Oldu mu, sizi teşvik mi etti yoksa üzerinizde “bu ödülden sonra daha iyi olmalıyım” biçiminde bir baskıya yol mu açtı?

Selenay Kübra Koçer- İlk ödülü aldığımda, ne yaşadığımın veya neyin içine düştüğümün hiç farkında değildim. Şiirlerim herkesin masasına, yatağına, uykusuna karışacaktı ve ben bunu tam kavrayamamıştım. Çok sonraları anladım, artık benden çıktığını ve kendi ayakları üzerinde duracağını… Önce bunu kavramam gerekti. Sonrasında, hiç tanımadığım insanlar tarafından iyi/kötü eleştiriler yapıldı. Bunlar başkaları için olağandı. Ama ben başkalarının öfkeli ağızlarına onları hiç yakıştıramadım. Abartılı övgülerine de. İlk ödülü aldığımda, bir restoranın mutfağında çalışıyordum. Haberi aldım, sevindim. 30 dakika kadar sevincimi yaşadım. Sonra mutfağa dönüp çalışmaya devam ettim.

İkinci ödülüm de tamamen sürpriz oldu. Yarışmaya aday olduğumdan da haberim yoktu. Ödülü kazandığımı öğrendiğimde yurtdışındaydım. Sevgili Metin Celal bana facebook üzerinden ulaşıp haber verdi. Yine çok sevindim. Sevdiklerime haber verdim. Ardından kaldığım yerden şehrin sokaklarını gezmeye devam ettim.

Yani özetleyecek olursam; beni değiştirmedi. Ne sorumluluk yükledi, ne şımarttı. En başından beri ne için yazıyorsam, hâlâ öyle. Motivasyonum, inandıklarım değişmedi.

 

Ç.O.-İlk Ayrılık adlı ilk şiir kitabınızın üretim sürecinden ve sancılarından bahseder misiniz?

S.K.K.-İlk Ayrılık kitabının bende yeri büyük… Çünkü ayrılık sancılıdır, acılıdır ve çok yönlüdür. “Ayrılık” denince ilk akla gelen, sevgiliden ayrılmadır. Hâlbuki ayrılık hayatın bir parçası… Anne karnına düştüğümüz andan itibaren. Dünyaya gelmek için, anne rahminde geçen 9 ayın sonunda ilk ve en büyük ayrılık gerçekleşir. Sonra hiç bitmez ayrılıklar. Zamanla alışırız, öğreniriz. Benim ayrılığım da böyle başladı. Sevdiklerimden, hayallerimden, evimden… Hayat devam ettikçe, ayrılıklarım da devam edecek… Bundan sonraki her kitap da, ilk ayrılığın devamı olacak…

 

Ç.O.-İlk Ayrılık’tan sonra Göç Yolları’nı yayımladınız Şiirden Yayımcılık’tan. Üretim sürecini, çektiğiniz düşünsel sancıyı ve ne kadar bir zamanda oluştuğundan bahseder misiniz?

S.K.K.-Göç yolları, Gökçeada’dan İstanbul’a yerleştiğim süreçte yazıldı. Ben, sonradan İstanbulluyum. İstanbullular bunu pek anlamaz. Buraya dışarıdan gelenler, bir türlü yerleşemeyenler bilir. İstanbul’a düşen her yabancı gibi hem günlük hayatımda hem iç dünyamda büyük zorluklar yaşadım. İnsanların yaşantıları, günlük alışkanlıkları arasında değersizleşen her şey… Yüzleştim ve anlamaya çalıştım. Buralı olmamaya dirensem de, bir yerden sonra koyverdim. Göç Yolları’nda bu süreci anlatmaya çalıştım. Kitap bittikten sonra tek kelime yazamadım. Belki de bundan sonra ben de İstanbullu olacağım…

Üretim sürecinde, sevgili Metin Cengiz ve Yavuz Özdem ile çok şey paylaştık. Bol bol yazıştık, konuştuk, şiirleri tartıştık. Onlar anlattı, ben dinledim. Ben aşçılık kökenli bir insanım. 18 yaşında mutfağa ilk girdiğimde öğrendiğim en kıymetli bilgi, usta-çırak ilişkisiydi. Hayatım boyunca da buna değer vermem gerektiğini anlattım. Usta-çırak ilişkim, şiirde de devam ediyor, edecek… Bu yüzden minnettarım.

 

Ç.O.-Göç Yolları kitabınızda imge dünyanızın çok güçlü olduğunu belirtmek istiyorum. Bu gücün içten gelen bir dışavurum olduğuna inanıyor musunuz?

S.K.K.-Her iki kitabımda da, kendim olmaktan başka bir şey yapmadım. Disiplinli, çalışkan biri değilim. Yazmakla ilgili bir rutinim hiç olmadı. O an geldiğinde, hem fiziksel hem ruhsal farklılıklar hissediyorum. O zaman bulunduğum yerde eğiliyorum yazmaya… Sadece yaşıyorum, gözlemliyorum ve insanları dinlemeye değer veriyorum. Çok soru soruyorum.

Bana kalırsa şiir hep bir yerlerde var ve bizi bekliyor. Eğer onu görebilirsek; iki yarımın bir tam ettiği gibi kelimeleri kavuşturuyoruz. Sonrası şenlik!

 

Ç.O.-Şiirlerinizde kadın duyarlılığı oldukça belirgin. Sorunların sizde yarattığı öfke ve kırılmalara karşın sizden düşen mısralar kadın elinin ne kadar şefkatli olduğunu bize gösteriyor. “Kan Yüzüğü” şiirinizde kadının gücünü çok iyi görüyoruz: bizler intikam almak için dönecek kadar barbar değildik. Bu şiirin nasıl çıktığını merak ediyorum, bize “Kan Yüzüğü” şiirinin yazılışından bahseder misiniz?

S.K.K.-Bana öyle geliyor ki; kadın duyarlılığını görmezden gelmek benim kendimi inkar etmem olur. Kız çocuğu, kız torun, kız öğrenci, genç kız, çalışan kadın, anne… Zamanla toplumun uygun gördüğü her rolü oynuyoruz. Değişmeyen tek şey, özümüz oluyor. Ben mücadeleci kadınların olduğu bir yerde büyüdüm. Mücadelesini, acısını kendi içinde sessizce yaşayan; güçlü kadınlardı. Şimdiyse hayattaki en büyük isteğim; her birinin içine süpürdüğü kelimeleri ortalığa saçıvermek. Karman çorman, toz toprak etmek istiyorum her birini. Bağırmak, çığlık atmak, ayaklanmak! Bunlar herhangi bir politik tavır olmaktan öte; kadın olmanın tutkusundan geliyor. Tarih boyunca süregelen bir mücadelenin yeni savaşçılarıyız. Ben üzerime düşeni yapacağım. Anlatacağım, konuşacağım. Kulağını tıkayanları rahatsız etmek için bol bol bağıracağım. Bunu da elimden geldiğince yaptım. Gördüğüm yanlışları, kimsenin arkamda durmasını beklemeden söyledim. Maalesef her yerde olduğu gibi aynı tarihi paylaştığım genç şair ve yazarlar arasında da cinsiyetçiliğiyle yer kaplayanlar var. Uzunca anlatmayacağım ama en çok onları izliyorum. En ufak bir hamlelerinde yüzlerine bağırabilmek için, sessizliğe ihtiyaç duyduklarında kulaklarını kanatana kadar bağırmak için pusudayım.

“Kan Yüzüğü”nü, sevgili Alara’nın hastanede olduğunu öğrendiğimde yazmıştım. Çok öfkeliydim, çok acılıydım. Kalbim acıdan kıvransa da, saldırgan ya da kan peşinde değildim. Kadın, en büyük yaratıcı ve bağışlayıcı… En büyük intikamım mücadelem olacak.

 

Ç.O.-Genç bir şairin dizelerinde kurgunun nasıl da hayat bulduğunu ve okuyucuyu içine alıp aktığını okuyoruz. Göç Yolları kitabınızda bunun başarıyla gerçekleştiğini rahatlıkla dile getirebiliriz. Sizce son kitabınızda kurgu mu ağırlıklı yoksa yaşadığınız deneyimler mi?

S.K.K.-Kurgunun malzemesi de gerçekliktir. Ben yazarken, eteğime topladığım malzemeleri tek tek temiz bir yüzeye seriyorum. Ardından onları farklı kombinasyonlarda birleştiriyorum. İşte o anda, tüm kombinasyonlar benden bağımsız bir gerçekliğe dönüşüyor. Ben de bir maceracı gibi o gerçekliğin izini sürüyorum. Günün sonunda, kurgu da gerçekliği anlamaya yarayan bir araç haline geliyor.

 

Ç.O.-Sürekli genç şairlerden bir sitem bir eleştiri duyuyoruz. Bu eleştirilerin temelinde şairler tarafından genç şairlerin göz ardı edildiği ve yeteri kadar ilginin olmadığı yönünde. Siz de genç bir şair olarak genç şairlerin dediklerine katılıyor musunuz?

S.K.K.-Ben şiirin ya da şairin göz ardı edilmesinin, kuşakla veya yaşla ilgili olduğunu düşünmüyorum. Şiir, roman ve hikayeye kıyasla hep daha seçici bir kitlenin uğraşı oldu. Okuru da öyle… Benim neslim daha az okumanın yanında, neredeyse hiç şiir okumuyor. Evet burada, sokaktaki herhangi birinden söz ediyorum. Şairler tarafından genç şairlerin göz ardı edildiğine ise katılmıyorum. Tam tersi, biz kendi kuşağımızı göz ardı ediyoruz. Burada ben de bir öz eleştiride bulunuyorum. Kendi neslimi çok okuduğumu söyleyemem. Çünkü edebi tatmin yönünden, henüz kendime çok yakın isimler tanımadım… Şiirini beğendiğim birkaç kişi var elbette… Ama onun cevabını bir sonraki soruya saklayayım 🙂

 

Ç.O.-Günümüz dünyasından takip ettiğiniz şairler var mı? Ülkemizde yakında okuduğunuz ve size yol açan şairler var mı? Varsa sizde bıraktıkları etkiyi anlatır mısınız?

S.K.K.-Kuşağımın şairleri arasında Müesser Yeniay’ı büyük bir onurla okuyorum. Onun içindeki ateşi, tutkuyu ve dik başlılığı seviyorum. Beni yüreklendiriyor.

Okuduğum ve takip ettiğim diğer şairler ise Fatih Akça, Didem Gülçin Erdem ve Dolunay Aker. Dolunay’ı ve Didem’i ise 10. Uluslararası İstanbul Edebiyat ve Şiir Festivali’nde keşfetmiştim.

Sevdiğim bu isimler dışında; Yavuz Özdem, Metin Cengiz ve Celal Soycan; hem akıl hocalarım, hem de hayranlıkla okuduğum kıymetli şairle…

Rimbaud, Özdemir İnce, Orhan Veli, Melih Cevdet Anday ve Yannis Ritsos gibi birçok kıymetli isim, başucu şairlerim…

 

Ç.O.-Son olarak yeni şiir dosyası ya da hazırlamakta olduğunuz bir çalışma var mı? Röportaj için teşekkür ediyorum.

S.K.K.-Benim için kısa sayılabilecek bir sürede 2 dosya hazırladım. Kendimi buna koşullamıyorum ama birazcık daha sessiz kalma ve keşfetme ihtiyacı duyuyorum. Yazmak yerine okumak, seyahat etmek, fotoğraf çekmek ve eteğime taş biriktirmek zamanı!

Bu keyifli sohbet için ben teşekkür ederim!