YAHYA KEMAL’DEN GENÇ ŞAİR’E ŞİİR DİLİNDE SAPMALAR
Şiir dili ve sapmalar (déviation) hattında, imgeyi, imgeli söyleyişleri bir nevi ‘sapma’ saymak, zorlama bir yorum olsa da; hepten yanlış da dedirtmez. Bilindiği üzere tek gayesi iletişim olan gündelik dil, her türden benzetme, eğretileme, mecaz… gibi alanlarda bir konsensüs (uzlaşı, oydaşma) arar ve bunu esas alır; ama şiir kendi benzetme, mecaz, eğretilemelerini -bu uzlaşıları dikkate alsa da -kendi isterlerine uygun yapar. Bu konularda kimi dilcilerin ‘günlük dille, şiir dili arasındaki başlıca fark sapmalardır.’ tespiti de ‘iddiamı’ destekler mahiyettedir. Sözgelişi at oynat(mak), memleketin her köşesinde aynı (uzlaşılan) anlama (keyfince, istediği gibi) gelirken; “Serin esmer bir attır (akşam)” (K. Özer) bağdaştırması pekâlâ bir ‘sapma’ örneği olarak verilebilir. Bu babda denebilir ki ‘sapma’ şiirin fıtratında vardır(!) mesele şiir anlayışları, dönemler, yaşamalar, eğilimler, kişiler (şairler) bağlamında farklılık gösterir. Mesela Garip Şiiri ‘rakı şişesinde balık olsam’ (O. Veli) der; İkinci Yeni ise ‘Bu kaç kapılı konyak’ (E. Cansever), der; Ama neticede her ikisi de sapma’dır. Ne ki ‘kendi meşreplerine uygun birer sapma. Zira bir yanda her türden mecazlı söyleyişin, imgenin bilinçli olarak geriye itildiği Garip Şiiri; diğer yanda ise imgeli söyleyişi, soyut dili, kapalı anlatım biçimleriyle İkinci Yeni. Bu minval üzere Yahya Kemal’den de misal verilebilir:
‘bir uykuyu cananla beraber uyuyanlar’
bilindiği veyahut da tanındığı üzere Yahya Kemal’in ‘Vuslat’ şiirinin ilk mısraıdır. ‘uykuyu uyu(mak)’ neresinden bakarsak bakalım anlambilimsel ve de sözdizimsel sapmanın kapsama alanına dahil edilebilir. Zira uyu(mak) geçişsiz bir fiildir ve nesne alamaz; ancak şair zihnindekini, içindekini herhangi bir ‘engel’e kurban etmemek için kural tanımamış ve ‘nesne’siyle (uyku) kullanmış. Denebilir ki bu da Yahya Kemal ve dönemiyle ‘mütenasip’ bir sapma. Elbette mesele, burada olduğu gibi indirgemeci bir yaklaşımla ele alınamaz, benim de böyle bir maksadım yok zaten. Kaldı ki gündelik dil, şiir dili ve şiir dilinde sapmalar, açıklığa kavuşmuş konulardır. Başta ‘kelimelerin ses ve biçim özelliklerinde ve dilin sözdizimi açısından niteliklerinde bilinçli olarak değişikliklere gitmeyi, dilde bulunmayan yeni kelime ve anlatım biçimlerini kullanma eğilimini içerir.’ diyen, Prof. Dr. Doğan Aksan olmak üzere pek çok dilbilimci (eleştirmen, şair vs.) tarafından bir çerçeveye oturtulmuştur.
Doğan Aksan’ın tarifinde yer alan ‘…bilinçli değişiklikler’ bahsinde kırılmalar ise, 1950’lerde yaşanır; çünkü 1950’ler artık kenti yaşam alanı olarak seçen insanların çoğalmaya başladığı, zorlukların-zorunlulukların, mecburiyet ve imkânsızlıkların öne çıktığı, insan varlığının (artık) önemli olmadığının hissedildiği yıllar. Yani ‘yabancılaşma’ denen canavarla iyiden iyiye ‘tanıştığımız’ yıllar. Denebilir ki bu dönem şiirinde (İkinci Yeni) sapma, genel olarak bir-iki anlambilimsel, sözdizimsel yanıyla değil; bunların da içinde olduğu biçimbilimsel, sessel…v b. her türüyle karşımıza çıkar. Özellikle Cemal Süreya’da ‘her bir sapma’ neredeyse, kendi başına bir bağlam oluşturur. Söz gelişi gözistan (sözcüksel sapma), yer aldığı dize dışında (gözleri göz değil gözistan), tek başına da bir bağlama yaslanmaktadır. Yine onun, “saat çini vurdu birden: pirinççç’iyle sessel sapması, dediklerimizi tanıtlar mahiyettedir. Hatta “Başladı Afrikası uzun gece” dizesi, kendi yüklemiyle yer aldığı şiir dışında yeni bir bağlamı yaratırken; yüklemi attığımızda da (Afrikası uzun gece) farklı bir bağlam oluşturup yepyeni tasarımlara, çağrışımlara götürüyor, götürür okuyanı.
Aslında maksat hasıl oldu bu bahiste; yalnız Ece Ayhan için özel bir bölüm oluşturmalıyım; zira sağda solda sapma örneği olarak alınan-gösterilen ama sapma örneği değil de; dilde deformasyon diyebileceğimiz kullanımlar var. Sanırım bu durum Ece Ayhan’ın dili tümden ‘bozma’ hususundaki ‘şöhretinden’ kaynaklanmaktadır. Bu konuda Ece Ayhan’a haksızlık edildiğini mi söylemeliyim veyahut da Ece’nin şiiri buna teşne olduğu için tabii bir netice midir, hakçası onu da bilemedim. Sözgelişi,
‘Çapalı Karşı’ (kapalı çarşı), cehennet… (cehennem ve cennet kısaltması), yine
‘elinde potin, ayağında şemsiye’ gibi buluş gücü bakımından da zayıf –sıradan örnekler; veyahut da ‘Konuşuluyordu mahallelerde iç ve dış” (İç ve dış mahallelerde konuşuluyordu); Giriyor bir kumru içeri camdan çatlak.” (Bir kumru çatlak camdan içeri giriyor) gibi sözdizimi bakımından ‘kötü’ dizilişleri de birer ‘sapma’ örneği’ olarak veriliyor. En hafif tabiriyle ‘özensizlik’ diyebileceğim bu alana ilişkin benim tesbitim şu oldu: Sapmalar ‘imge’ aktarımının (işlev ilgisi kurulabilir) bir parçası, bu bağlamda ele alınmadığı için tutarlı değerlendirmeler yapılamamış. Misal ‘aynı’ Ece Ayhan’ın
“Ah karpuzun içindeki kesmece delikanlım İstanbul” (Ah İstanbul! Kesmece karpuzun içindeki delikanlım) dizesi, ilk bakışta-yukarıdaki örnekler gibi- sözdizimi deformasyonuna örnek gibi duruyor ama değil; zira (karpuzun içindeki delikanlı) netice itibariyle imgesel olanı barındırıyor veya ‘imge’ aktarımının bir parçası, burada ve bundan ötürü de yetkin bir sözdizimsel sapma örneği sayılabilir. Çünkü Karpuz sergileri, naralar, o ağızlar, elde bıçaklar… bir işlev ilgisi kurulabilir, kuruluyor. Hem bu yeni dizilişle birlikte ‘delikanlım İstanbul’ vurgu ve kişileştirmesi de ayrıca kendisini çağrışım alanındaki yerine yerleştiriyor.
Şüphesiz iki bin onları devirdiğimiz şu günlerde şiir-sapma hattı, özel olarak ele alınmalı, alınabilir; ve fakat tek örnek olsa da fikir verir sanısındayım:
“Gerçi bir de yokuşa sorulmalı ayağı çıplak olan
İz bırakır mı gerçekten gökyüzüne bakıp da yürüyen?”
Genç şairlerimizden Onur Akyıl, bir şiirine (vietnam mektubu) bu iki dizeyle giriş yapmış. Konuşma-yazma dilinde daha çok ve küçük çapta kendini ‘çürütme, düzeltme gibi ilgiler kurmaya yarayan ‘gerçi’ belirteci, bu özelliğinden ötürü ilk cümle (dize) olarak kullanılmaz. Şairin bu bilinçli değişiklikle başlattığı ‘sapma’ serüveni; biri edilgen, öteki etken iki yüklemle (sorulmalı-bırakır mı) devam etmiş. Esasen iki ayrı yüklem, dolayısıyla iki farklı bağlam sözkonusu edilebilir; fakat ‘iz bırakmaz’ söz öbeği; hem ‘ayağı çıplak olan’ı; hem de gökyüzüne bakıp da yürüyen’i birbirine bağlayıp ortak bir alan yaratmış. Denebilir ki Onur Akyıl da kendi yaşamalarının ‘kalabalığını’ çağrıştırdıklarına taşıyıp ‘kendi gününün’ sapma örneğini vermiş.
2018 Hürriyet Gösteri, Aralık-Oc