“Kafkaesk Bir Yabancılaşma Hep Varolmuştur Bende…”
Mustafa Güçlü
– Yıllar sonra, hem de şiirde epey bir yol almışken ilk kitap heyecanını yeniden yaşamak nasıl bir duygu?
Yaşamda ilklerin yeri her zaman bir başkadır. Daha önce yaşamadığın bir heyecanı keşfetmenin hazzı doyumsuz oluyor. Bilirsiniz, çocukluk aynı zamanda keşifler çağıdır. Birçok şeyi ilk kez deneyimlersiniz. İlk kitap da böyle bir duygu yaşatıyor insana. Yıllar sonra o duyguya geri dönmek güzel tabii…
Gerek Çözülüş Demleri, gerek Yanlış Kuşlar İskelesi, gerekse Eksik Canlar Sokağı kitaplarınızda şiirlerinizle yaşam hikâyeniz arasında dolayımsız bir ilişkisi göze çarpıyor. Düne dönüp baktığınızda nasıl bir yaşam sizinkisi?
Yaşamdan çok bir şey anladığım söylenemez aslında. Biraz tuhaf şekillenişti bizimkisi. Beş çocuklu küçük bir memur ailesinin tek erkek çocuğu olarak dünyaya geldim. Yoksulduk ve babamın bütün derdi bütün evlatlarını okutmaktı. Okuttu da. 1990 yılında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’ni kazandım. O yıldan sonra da yaşamımda köklü alt üst oluşlar yaşandı. Dönemin ruhuna uygun olarak hızla politikleştik ve 1993 yılında yolumuz uzunca bir mahpusluğa düştü. 20 ile 30 yaşları arası mahpuslukta geçti. Yaşamın farklı bir boyutu orası… Mahpusta iken yeniden sınava girip Marmara Üniversitesi Gazetecilik bölümünü kazandım. İki yıl ellerimiz kelepçeli sınavlara getirip götürdüler bizi. Düşünün, 19 Aralık Operasyonu’nun yapıldığı yaralı günler. Bizler açlık grevindeyiz ve açlık grevinin 20, 25. gününde sınavlara gidiyoruz. Hocalar bir anlam veremiyor olan biten her şeye. Sınava gitmişiz, doktorluk bir durumumuz yok ama onlar panikliyor,“doktor çağıralım,” filan diyenler çıkıyor. Böylesi sıra dışı görüngüler. Dışarı çıktıktan sonra ise hep varoluşsal sorgulama ve tutunma çabası… Toplumsal sorguların üzerine bir de kendi yaşamınızı idame ettirmek gibi bir sorun çıkıyor. Şiirde de bunların derin iz düşümleri oluşuyor haliyle. Bize ait olmayan bir dünyada yaşıyoruz ve gidecek başka bir dünya yok. Bu yüzden Kafkaesk bir yabancılaşma duygusu hep var olmuştur bende.
– Siyasi geçmişi olan bir şairsiniz ancak şiirleriniz ağırlıklı olarak içe dönük ve bireysel şiirler Nedeni ne bunun?
Bizler siyasi mücadelede, denilebilirse 90 kuşağıyız. Sosyalizmin ideolojik olarak ağır yara aldığı dönemde bir barikat oluşturmaya çalışırken çok ağır bedeller ödedi bu kuşak. Ama bunun toplumsal karşılığı olmadı. Bu bakımdan 90 kuşağı yitik kuşaktır. O sert mücadele ikliminde bizde her şey ötelendi. Bunun sadece süreçle değil, ideolojik algılarla da ilgisi var tabii. Toplum mühendisliği ve volantirizm çerçevesinde tartışılması gereken uzun bir konu bu. Her şey Platon’un ideası gibi bir “devrimci ideası”na uyarlanıyordu. Bir ‘parti kişiliği’ vardı ulaşılması gereken, bir de mücadele edilmesi gereken bireysel kişilik. Birey kişiliği diplerde bastırılırken, kişilik mücadelenin ihtiyaçlarına göre yeniden dizayn ediliyordu; bu ne kadar mümkünse… Toplumsal kişilik ile bireysel kişilik arasında kurulan bu karşıtlık ilişkisini sorgularken kendimle yüzleşmenin, kendimi tanımanın ve kendimle barışmamın bir şekli olarak anlam kazandı şiir. Bu, kendini inşa etme çabasıydı aslında. Yarım kalmışlıklarım, hüzünlerim, yalnızlıklarım, gidememe arzum şiirde yer buldu. Katarsis de diyebiliriz buna. Bireyin yüksek amaçlar uğruna yokumsanıp bastırıldığı bir ortamda kendi bireyselliğini keşfetme tam da toplumcu bir duruşu imliyordu benim açımdan. Çözülüş Demleri kitabı mahpusluğun son, dışarı hayatının ilk yıllarında yazılan şiirlerden oluşuyor. İçbükey olma özelliği diğer kitaplara göre daha belirgindir bu yüzden.
– “Düşlerde” adlı şiirinizde “ne çok yaşamamışım” diyorsunuz. Yaşanmamışlık şiirlerinizde nasıl yer buldu?
Sadece somut yaşanmışlık değil, yaşayamadıklarınız, yarım kalmışlıklarınız, özlemleriniz de yaşamın bir parçası. Hatta ‘yaşanamayanın’ şiddeti yaşanmış olandan daha sert oluyor. Yaşanmışlıklar, şu veya bu ölçüde tatmin sağlıyor çünkü. Yaşayamadıklarınız ise hep aradığınız ama bir türlü ulaşamadığınız şeyler. Örneğin aşk, kavuşulduğunda büyüsünden bir şeyler kaybediyor, sosyal bir yaşantıya dönüşüyor. Aşk duygusunu en derinden hisseden kişi kavuşamayan kişidir. Diğer sanatlar gibi şiir de aslında somut yaşamda karşılık bulamadığınız coşumların estetize edilerek kendi kozmosunda kurulması hali gibi geliyor bana.
-Şiirlerinizde hep bir gitme arzusu, yalnızlık ve varoluş halini sorgulama var.
Evet. Kurallarını kendimizin koymadığı gaddar bir dünyada yaşıyoruz. Savaşlar var, açlık var, işkence var, sömürü var. Maalesef küresel çağ da kendi barbarlığını getirdi insanoğluna. Bunların ağırlığını insan yüreğinin hissetmemesi mümkün değil. Mahpusta kalanlar bilirler, orada bütün kapılar dışarı açılır. Siz bir kapıyı açıp da bir yere gidemezsiniz. İçinde yaşadığımız sistem de böyle… Sizi bir boğuntuda tutukluyor. Ruhunuz sıkışıyor. İnsanı varoluşsal sorgulamalara iten, kimi zaman nihilizme kayan bir zemin kaybı, kendini ait hissetmeme hali bu. Sistemle uzlaşmama konusunda dirençlisiniz. Hizaya girmeyerek, sahiciliğinizi ayakta tutarak korumaya çalışıyorsunuz kendinizi ama ağır oluyor. Bu ruh ikliminde şiir varoluşsal bir sorgulamaya dönüşüyor.
Şiirlerinizde geleneğimizin dipten gelen uğultusunu hissedebiliyoruz. Pek çok şaire göndermeler yapıyorsunuz, kimi zaman bir dizeyle selam yolluyorsunuz. Bunu yaparken de sağlam imgeler ve titiz bir dil işçiliği göze çarpıyor. Şiir gelenek, gelenek şair ilişkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sanat doğası gereği bir birikimin dışavurumu… Geçmişin birikimini özümsemeden, şiir geleneklerini bilmeden kendi tarzınızı yaratamazsınız. Şiir, el yordamıyla kurulacak imge örüntüleriyle inşa edilecek bir yaratı değil. Bu, şiire yapılan koca bir haksızlık, kısa yoldan köşe dönme kolaycılığı, snopça bir şey. Eğer bir sanatın bir türüyle uğraşıyorsanız, dersinizi iyi çalışmak zorundasınız. Has şiire ulaşmak için ilham perisi yetmez, sağlam bir alt yapı, yaşam karşısında felsefi bir duruş, şiirin dününü, bugününü, birikimini özümsemeniz gerekir. Şiir hakkında sistematik kavrayışa ulaşmadan yazılacak şiirin gideceği menzil, kendi kişisel ufkunuz kadardır. Öte yandan, çağları fethedecek yeni bir şiir yaratacağım, diye de yola çıkılmaz. Şiirde yeni poetik açılımlar biraz da alt yapısal dönüşümlerin ürünü. Şair öncelikle iyi şiiri aramalı. Kendi özgün sesini bulmalı, bunu yaparken de geleneğe sağlam basmalı. Geçmişi arkanıza aldığınızda geleceği de gözünüze kestirebilirsiniz. Sonrası zamanın işi…
(Çözülüş Demleri, Kaos Çocuk Parkı Yayınları,99 sy, Ankara, 2018)
KENDİNİ ŞİİRDE ARAMAK YA DA ÇÖZÜLÜŞ DEMLERİ
Fatma Aras
Önder Birol Bıyık’ın Çözülüş Demleri kitabının yeni baskısı geçtiğimiz günlerde Kaos Çocuk Parkı Yayınları’ndan çıktı. Çözülüş Demleri, yaşamı ve kendini anlamlandırma çabasındaki şairin iç dünyasının derinlerinde biriktirdiği duyumsayışların şiirlerinden oluşuyor. Çözülüş Demleri’nin en temel niteliği nedir, sorusuna verilecek en kestirme yanıt sanırım ‘lirik şiir’ yanıtı.
Önder Birol Bıyık 1972 Çorum doğumlu. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde okurken siyasi nedenlerle onun da yolu mahpushaneye uğramış. Uzun bir yolculuk bu… 10 yıl duvarların dünyasında çağı ve insanlık hallerini gözlemlemiş şair. Şiirsel ve felsefi soyutlamalara yol açan bir izleme, dinleme halinde geçmiş şairin yılları.
Çözülüş Demleri dışında Yanlış Kuşlar İskelesi kitabı Belge Yayınları’ndan (2011), Eksik Canlar Sokağı Şiirden Yayınları’ndan (2018) çıktı şairin. Çözülüş Demleri’nin ilk baskısı 2005 yılında Chivi Yazılaır Fidenti Kitaplığı’ndan okurla buluştu. Her üç kitapta yer alan şiirlerinde derin yaşanmışlıklarından el alan insan hallerine şiirin eliyle bir dokunuş hissediliyor.
Türkiye söz konusu olunca mahpushaneler kayıt dışı üniversiteleri sanatın ve şiirin. Dört duvar arasında gidemeyen insanın, tefekkür mekanı… O bu zorunlu tefekkürle yetinmemiş. Mahpushanede iken tekrar sınava girerek Marmara Üniversitesi Gazetecilik bölümünü kazanmış şair. On yıllık serüvenin ardından çıktığında bu bölümü bitirmiş.
Bir süre Cumhuriyet Gazetesi Kitap ekinde çalışan şair, Mahsus Mahal dergisinin ilk yayın kurulunda yer aldı. Öteki İstanbul, haberajans.com ve Halkın Nabzı gazetelerinde köşe yazıları yazdı. Şiirleri, öyküleri, deneme ve felsefe yazıları Radikal Kitap, Cumhuriyet Kitap, Cumhuriyet Dergi, Sincan İstasyonu, Eski Edebiyat, Şiirden Dergisi, Akatalpa, Mavi Dergi, Akköy, Şiir Ülkesi, Berfi Bahar gibi pek çok dergide yer aldı. “Ah Şu Anneler Babalar” isimli çocuk oyunu Eskişehir ve Ankara’da sahnelendi.
Doğumdan, ölüme kadar her insanda bir mutluluk özlemi vardır. Varoluşsal bir hal bu. Çözülüş Demleri’nin kapağını araladığımızda mutlu dizelerle karşılaşmıyoruz ama. Aksine şair, derin acıların insanlaştırdığı bir ruh ikliminden sesleniyor okura. Kendi ses rengini kurarken özgün bir farkındalık üretirken gidememek, yaşanmamış aşklar, özlem, yolculuk, acı, ölüm, yalnızlık gibi temalara sıklıkla yer veriyor dizelerinde.
Cahit Sıtkı Tarancı, “Şiir, sözcüklerle güzel biçimler kurmak sanatıdır… Hangi sözcük, hangi sözcükle yan yana geldiğinde nasıl bir ışık ortaya çıkar? Bunu bilmek gerek,” der. Önder Birol Bıyık, ışığın nereden gelip nereye yansıyacağını bilen bir yapı ustası gibi kuruyor şiirlerini.
Onun şiir biçimini ve estetiğini açımlamak için şairin Yanlış Kuşlar İskelesi kitabının arka kapağını yazan Şair Yazar Eleştirmen Veysel Çolak’ın sözlerine kulak vermek yerinde olur sanırım. Şöyle diyor Çolak. “Önder Birol Bıyık, her sözcüğü çivilercesine yerleştiriyor şiirlerine. Her şirinde Türkçeyi sevindiren bir dil özeni var. Yapısı, biçimi, kurgusu sağlam şiirler. Şiirlerin her biri insanı, doğayı ve bunların geleceğini gözeten bir içerik üzerine kurmuş; amaçlanan tema etkileyici kılmış.”
Veysel Çolak’ın bu saptaması Çözülüş Demleri için de geçerlilik taşıyor. Bu ayna yansımasında görünen o ki, böylesi bir estetik anlayışa sahip şiir bilgisi içinde güçlü bir şiir yapısı kuruyor Önder Birol Bıyık.
Çözülüş Demleri’nde yer alan şiirlerin önemli kısmı cezaevinde yazılmış. Ancak birkaç şiir dışında mahpushane izleklerine rastlamıyoruz. Mahpushanede boyun eğmeyen insanın varoluşsal hallerini konu alan şiirleri daha çok Yanlış Kuşlar İskelesi kitabının Mahpushane Şiirleri bölümünde yer alıyor. Uzun yıllar süren mahpusluk deneyimine rağmen mahpusluk temasına bu denli tutumlu yer vermesini Mustafa Güçlü ile yaptığı söyleşide şöyle açıklıyor şair;
“Okumalarım sosyalizm ve özgürlük, birey ve toplum ilişkisi gibi konularda eleştirel bir tutuma itti beni. Birey-parti-gelenek, yerleşik değerler gibi kavramlara da yeni bakışlar şekillenmeye başladı. Foucault’un bir sözü galiba “Herkesin birbirine benzediği yerde hiç kimse yoktur.” Birey olamayan kişiden nasıl devrimci çıkar, bunu da sorguladım. Bu sorgulamaların şiirdeki iz düşümleri kendi içime dönme, insan teki olarak kendini tanıma çabasıydı. Kendime döndüğümde içimdeki o koyu bir boşlukla, yaşanmamışlık duygusuyla, yarım kalmışlıkla tanıştım. Kendimle yüzleşme süreciydi bu…”*
Bu yüzleşme şairin şiirlerinde de karşılık buluyor. Sezai Sarıoğlu’nun deyişiyle Önder Birol Bıyık’ın şiirleri içbükey şiirler.
Kitabın mahpushane temalı şiirlerinden “Özgürlük ve Sen”de şöyle diyor şair; “Bir tutam güneş sızıyor parmaklıklardan/ fesleğen kokusu doluyor hücreme/ yeller esiyor/ yıllar esiyor/ bense, pamuk şekere kanatlanan çocuk gibiyim/ özgürlüğü ve seni düşündükçe” (Sy. 12) Tutuklu insanın uçarı sevincini ve özlemini anlatan bu şiir “Uçurtmayı Vurmasınlar” filmine götürdü beni. Buram buram cezaevi, kıstırılmışlık, dinginlik ve yarım kalmışlık kokuyor. Yaşam yolculuğunda adaletsiz toplumsal düzenle mücadele ederken özgürlüğünden olanların ortak sesi gibi kolektif bir hafızadan sesleniyor bu dizeler.
Önder Birol Bıyık şiirlerini biraz da yaşam tunanağına dönüştürmüş, kurmaca ve yığma dizelere yüz vermiyor şiirlerinde. Yaşamla iç içe, kendini özne olarak şiirin içinde kurgulayan bir sesle yazıyor şiirlerini. Şair, özgürlüğe ve aşka olan bir özlemi şiirinin önemli bir teması olarak var kılıyor. “Sirtaki” şiirinde bu hal şöyle karşılık buluyor. “(…) esmer güzeli komünist bir kız vardı/ geceye salmıştı yıldızlı saçlarını/ bakışları öyle manidar, öyle sıcaktı/ duvar iklimlerini tanımasaydı gözlerimiz/ kuşku yok, gözlerimiz tutuşacaktı”(s.17) İç kanamalı dizeler bunlar. Siyasal kimliği nedeniyle özgürlüğü kısıtlanmış insanların, engelleyici acısını, mümkün ama olmamayı kabullenmiş aşk imkanını vurucu ve okuru sarıp sarmalayan bir sıcaklıkla hissettiriyor.
Önder Bıyık şiirlerinde koyu bir yalnızlık temi dizelerle yürüyen bir izlek olarak hep var. Mahpusluk yaşamının getirdiği bir ruh hali mi, çağın yalnızlığının şair iç dünyasında yarattığı burukluk mu? Belki de ikisi de… Yalnızlığa eşlik edense, çoğu zaman gitmek arzusu. Çözülüş Demleri-2 şiirinde şu dizelerle dile getiyor bu gitme arzusunu şair.“bakışların ısıtmıyor kalbimin iklimini/ bir ayrılığın suretinde yitmiş zaman/”dönülmez akşamın ufkundayız vakit çok geç” halleri/ içimde surlarını yükselten vahşi kara duygular/ bu şehrin çınarları deli eder adamı/ turnalar da gidiyor… yol günleri” “ (Sy. 30) Yalnızlık ve gitme arzusunun kendi boğıuntusundan kaçmak gibi bir niyeti olduğu hissediliyor. Ancak bu çağın yalnızlığına sıkı sıkıya bağlı bir yalnızlık. Şair Dilek Özkan’la yaptığı söyleşide bunu şöyle kavramsal bir çerçerveye oturtuyor şair; “Gaddar bir dünyada yaşıyoruz. Savaşlar var, sömürü var, yoksuluk var, açlık var, işkence var. Kabaca doğanın insana sunduğu zenginliklerin yüzde doksanını dünyanın en zengin yüzde onluk dilimi tekelinde tutuyor. Acımasız bir dünya. İnsanın insanlaşma sürecini gerçekleştiremediği bir çağdayız. İlişkilerimizin maskeleri var. En yakınımıza bile uzağız aslında. Bunun özcü bir bakış açısıyla kişilerin iyilikleri ya da kötülükleriyle ilgisi yok. Herkes yaşıyor bunu ve herkes aslında bu trajedisinin kurbanı. Sistemle ilgili bu. Sistem-yaşam ilişkisi etrafından varoluşsal bir sorgulamaya girdiğinizde bu giderek kavramsallaşmaya başlıyor ve şiirde kendi yankısını buluyor. Aidiyet ve tabiyet duygusuyla yaşamını örgütleyen insanlar için belki daha basit yaşamak. Önüne konulan, yaşamın farklı çağlarında yapman gereken farklı şeyler var. Sürüden birisin. Ama o sorguya bir kez girip bir yerde durmayı başaramamışsanız bilinciniz sizi ister istemez yalnızlığa götürüyor.”** Şairin bu tanımlaması tam da içinde bulunduğumuz şu günleri imliyor.
Çözülüş Demleri’nde “Üç dizede o meşum hikaye/her aşk kendi uçurumuna ağlar/sebep budur /uçurum çiçekleri/ solarken de güzel kokar”(sy.48)”, “ölü şehirler tamamlıyor çıktığım yolculukları/ zaman… ayrılık zamanı.” (sy.57) “sararan yalnızlığımı hiçliğin defterine işledim”(sy.41) “dokunmazsan tenime eksik ölürüm/ ellerinle çoğalt beni”(sy. 20), “bana kalan koyu dipsiz bir suskunluk/ yalnızlığına ekle beni”(sy.45), “şarap şişesinde çırpınır yalnızlığım”(sy.47), “yalnızlığı makyajlı kadınlar gördüm” (sy.68) ,” gibi pek çok çarpıcı dizeler yer alıyor.
Birinci tekil kişi ile kurulan dizeler, lirik bir şiiri öncelerken okuru kendi ruhuyla yüzleşmeye de davet ediyor. Her şair içini acıtan olaylara yüreğini beşik yapar. Birey yaşanmışlığı başka insanlar için de bir şeyler söyler elbette. Arthur Rimbaud’un deyimiyle “Ben bir başkasıdır” aslında. Çözülüş demleri bu bakımdan sadece şairin iç dünyasına ayna tutmuyor, okuru da şiirle bütünleşmeye götürüylor. yani her şiir sever kendinden bir parcça bulabilir Çözülüş Demleri’nde. Şaüirin de yapmak istediği bu belki, Kendini özne olarak şiirde konumlandırırken kendi “ben”i ile “başkası” arasında gidip geliyor. “Ben” kavramı üzerinden yol alırken, “biz”i etkileyen ruhsal, ve toplumsal nedenlerden bir arkaplan kuruyor. “Ben”i kıran, hiçleyen, üzen, varoluşsal sorunlarda yokluk duygusuna yol açan duyarlılıklar Bıyık’ın şiirlerindebireysellikten evrenselliğe taşınıyor.
Gerçeküstücülüğün babası André Breton’un “Ben aşkta da mutluluğu değil aşkı aradım” dediği gibi Önder Birol Bıyık, bu aranıştaki aşkın farkındalığını, vurucu dizelerle, organik dil biçemiyle kurmuş; yaşamla sanat arasında güçlü bağ oluşturmuş. Bu açıdan ele alındığında Önder Birol Bıyık’ın şiirleri sıradışı bir yaşam çizgisinin şiire durmuş hali olarak da okunabilir. Şair, sözüyle örtüşen bir anlayışla, tarihsel dönemeçlerin acılarını, özlemlerini, aranışlarını göz ardı etmeden zengin imge dağarcığıyla kendi şiirini kurmuş.
“Çözülüş Demleri” kitabı, çırıpçıplak bir hayatı içinde barındırıyor.
*https://www.demokrathaber.org/roportajlar/eksik-canlar-sokaginda-bir-sair-onder-birol-biyik-h100052.html
**https://noktahaberyorum.com/yasama-siirle-dokunmak-sair-onder-birol-biyikla-soylesi.html
(EDEBİYAT NÖBETİ DERGİSİ , KASIM-ARALIK 2018, SAYI 19, SAYFA 79-81)