Cafer Yıldırım ile Şehirden Bir Nisan üstüne konuşma/Birgün Gazetesi

Cafer Yıldırım ile Şehirden Bir Nisan üstüne konuşma/Birgün Gazetesi

Edebiyat Nöbeti dergisi Sorumlu Yazıişleri Müdürü ve aynı derginin Yayın Kurulu üyesi Celal Karaca’nın Cafer Yıldırım’la “Şehirden Bir Nisan” Kitabı Üzerine Yaptığı Söyleşi

Birgün gazetesi, 20 Ocak 2017

C.A- “Şehirden Bir Nisan” üzerine konuşmaya geçmeden önce içinde bulunduğumuz süreçte şiirin durumunu değerlendirmenizi istesem…

C.Y.- Üretim açısından şiir sanatıyla ilgili bir sorun olduğunu düşünmüyorum. Yazılan şiirin basımı, dağıtımı ve tanıtımıyla ilgili birçok sorunun varlığı ise bir gerçek. Aslında Türkiye’de şu dönemde çok güzel şiirler yazılıyor. Bunu bizzat biliyorum. Şairler bir taraftan üretimlerinin sanatsal sürecini tamamlamak isterken diğer taraftan da ürettiklerinin yayın alanında karşılaşacağı sorunlarla meşgul durumdalar. Bu durum yine de Türk şiirinin çıtasının yükselmesine bir engel teşkil etmemektedir. Güzel olan budur.

C.A.- Yayınevlerinin şiir kitaplarına yeterli ilgiyi göstermediğinden söz edebilir miyiz?

C.Y.- Şiir kitapları Türkiye’de her dönem en çok okunan kitaplar olmuştur. Çünkü bizde en sıkı okur üniversite öğrencileridir. Edebiyatın temel alıcısı üniversitelerdir. Hepimiz bu süreçten geçtik. En has şairlerimizi üniversite dönemimizde edindik. Bu pencereden bakınca yayınevlerinin şiir kitaplarına ilgisiz davranmasını anlayamıyorum. Onların satış kaygılarıyla nesnel konjonktür zıtlık taşıyor. Bence her yayınevi şu dönemde kendisi için en aç üç şair seçmelidir.

C.A.- Sizin şiirinizin yayın serüvenine de girmek isterim.Son kitabınız “Şehirden Bir Nisan”a gelene dek şiirinizin geçirdiği aşamalardan kısaca söz eder misiniz?

C.Y.- Benim şiir serüvenim 1988 yılında yayımlanan “Türküler Kimin İçin” adlı kitabımla başladı. Ardından “Bir Firariyse Umut”(1992) geldi. Bu iki kitabımda da 12 Eylül Dönemi’ne ait toplumsal yaşamın siyasal- politik içerikli bireysel duygularının ön planda olduğunu söyleyebilirim.

“Yurtsuz Sevda” (1995), “Öteki Zaman” (2005), “Dev Adımları Vardı Gitmenin”(2010) adlı kitaplarımda yeni bir insanlık düzeni, yeni bir ülke, yeni bir dünya sistemi ana ekseninde şiirim tabii ki teknik bakımdan gelişmekle birlikte tematik olarak da zenginleşti.

“Şehirden Bir Nisan” ise iç yaşantıların dış dünya ile kesiştiği- ya da çeliştiği demeliyim belki de- alanda boy veren duygu, hayal ve düşünceler üzerine kurulmuş bir kitaptır.

C.A.-“Deniz Eri ile Rayiha” adlı şiirinizde şöyle bir bölüm var:

rayiha:

edindiğimiz kipler

kullandığımız eşyalar

seçtiğimiz mekânlar gibidir

taşıdığımız ruh

tutunduğumuz imge

onlar ki kodlanmıştır aslında

atlanmış bir nedenle

tarihsiz bir tesadüfle

kim bilir, belki de

tasarlanmış bir tercihle

vardır bir açıklaması

kimi emsalsiz adımların

tutulan ayrık yolların

gerekçesi sığmaz sınırlarına

gündelik genel tanımların

uzağında ve dışındayım bütün olasılıkların

annemin küçük kızı ben rayiha

artık otuz yaşındayım

aklımı kurtardım sorulardan

cevaplardan hiçbirini seçtim

Seçtiğim örnek, şiirinizle ilgili tanımlamalarınızı doğrulamakta mıdır?

C.Y.- Örnek seçiminde tam isabet ettiğinizi düşünüyorum.

C.A.- Adınız toplumcu gerçekçi şairler arasında geçiyor. Şiirinizin toplumcu gerçekçi şiir anlayışına uygun olduğunu düşünüyor musunuz?

C.Y.-Toplumcu gerçekçi şiir anlayışının en temel özelliği, şiirde sınıfsal çelişkilerin yansıtılmasıdır. Şiirin serbest nazma dayanması ve halk dilini temel alması da bu anlayışın temel belirleyenlerindendir. Tarihini anlatmak istemem. Uzun sürer. Ama ülkemizde toplumcu gerçekçi edebiyat anlayışının öncüsü tabii ki Nâzım Hikmet’tir.

Benim şiirime gelirsek, şiirimin toplumcu gerçekçi şiirin klasik haline bire bir uyduğunu söyleyemem.

C.A- Ben özellikle bu konunun açılması taraftarıyım.

C.Y.- Toplumsal kaygıların ön planda tutulması bakımından benim şiirim toplumcu gerçekçi anlayışla uyum içindedir. İmgeye, anlamı açıklayıcı bir işlev yüklemem bakımından da böyledir. Şiir dilinin anlamlı, anlaşılır olması bakımından ve serbest nazma dayanması bakımından da.. Fakat sorun bunlarla da hallolmuyor ki…

C.A.- Peki sorun nerde?

C.Y. İnan, sorusu kolay cevabı zor bunun. Toplumcu gerçekçi anlayış da Georgi Plehanov’un, Maksim Gorki’nin, Andrei Jdanov’un ilkelerini belirlediği yerde durmuyor ki. Örneğin ben ve birçok arkadaşım sınıfsal çelişkileri günümüz koşulları içinde insani çelişkilerle de zenginleştirdik. Yani bizim sınıfsal çelişkilere insani çelişkileri eklememiz toplumcu gerçekçilik için bir zenginlik olmuştur ya da şöyle söyleyeyim: Günümüz koşullarının toplumcu gerçekçiliği, insani gerçekçilik diye bir boyut kazanmıştır.

C.A.- Aslında çok önemli şeyler söylüyorsunuz. Bu dediklerinizin edebiyat âleminde tartışılacağını umuyorum ve ayrıca isterim de.

C.Y- Umarım. Aslında benim dediklerim yeni değil. Cengiz Gündoğdu yıllardır söylüyor. Ama onun toplumcu gerçekçilikle insani gerçekçiliği buluşturma tarzıyla benimki farklı olabilir. İnanın bilmiyorum. Ama tartışmalıyız. Dergilerde, gazetelerde yer alan edebiyatla ilgili her sütunun samimi ve içten düşünce tartışmalarını içermesinden kimseye bir zarar gelmez.

C.A.- Bir başka konuya gelmek istiyorum. Siz de ödüller almış bir şair olarak ödüllerin bugünkü durumuyla ilgili neler söylemek istersiniz.

C.Y.- Ben değişik derecelerde ama her biri diğerini tamamlayan üç tane çok değerli ödül aldım. Ödüllerin değeri jüri üyelerinin hiçbirini tanımamamdan gelmektedir. Demek istediğim aldığım ödüller bir kulis faaliyetinin sonucu değildir. İlk ödüle değer görüldüğüm İbrahim Yıldız Şiir Ödülü jürisi Vedat Günyol, Mehmet Başaran, Sami Karaören, Yetkin Aröz, Ahmet Özer ve Tahsin Şentürk’ten oluşmaktaydı. Bu jüri bana “Övgüye Değer Ödülü” verdi. Fakat bu ödülün benim için ne denli büyük bir anlama, nasıl bir moral değere sahip olduğunu inan anlatamam. Hasan Ali Yücel Şiir Ödülü’nün jürisinde ise Ali Berktay, Hayati Asılyazıcı, Ülkü Ayvaz, Turgay Nar ve Tuncer Cücenoğlu vardı ve ben yarışmada ikincilik ödülüne değer görüldüm. Ödülümü Bakırköy Atatürkçü Düşünce Derneğinde Ülkü Ayvaz’ın elinden aldım ve o gün deliler gibi sevindim. Birincilik ödülünü 2009’da aldım. Ruşen Hakkı adına düzenlenen 7. Ulusal Şiir Yarışması Ödülü’ydü bu. Ödülümü Kocaeli vali yardımcısı Şükrü Çakır’ın elinden aldım. Ortam çok güzeldi. En güzeli ise yine hiçbir jüri üyesini tanımıyordum. O akşam jüri üyelerinden biri bana, yarışmanın objektif şartlarda gerçekleştiğini anlatmak için sanırım, yarışmaya katılan bir arkadaşının değil de benim dosyama oy verdiğini söyledi. Bu Hayrettin Geçkin’di. Ayrıca sevdiğim şair Arife Kalender de jürideymiş. Onunla o gün tanıştım ve çok mutlu oldum. Buradan şuraya geçmek istiyorum. Ödüller ne denli itibar yitirmiş olursa olsun gerçek değerlerini koruyan ödüllerin bazı koyaklarda, kıyılarda, kimsenin aklına gelmeyen ücralarda var olduğuna inanıyorum. Ve kirlenmemiş bir ödül kurumunun sanatın her dalı için çok önemli olduğuna inanıyorum. Al gülüm ver gülüm tarzı ödülleri zaten herkes biliyor ve hiç kimse onlara itibar etmiyor. Asıl önemli olan duyarlığın yazıcısı olan şairlerin bu tür ilişkiler içinde yer almamasıdır.

C.A.- Ödül konusunda söyledikleriniz dilerim hiç değilse şairler katında karşılık bulur. Ve diyorum ki yeni çalışmalarınız?

C.Y.- Yeni bir şiir kitabım var, adını bile koydum: Yüzün Yurdumdur. Ayrıca bir yayınevine teslim ettiğim şairlerle ilgili bir tahlil ve analiz çalışmam var. Onun da adı belli: Pelerinsiz Bulutlar/ 46 Şair ve Diğerleri.

C.A.- Bize zaman ayırdığınız için size çok teşekkür ediyorum.

C.Y.- Bu durumda asıl teşekkür edilmesi gereken sizsiniz. Böyle bir söyleşi yapma ihtiyacı duyduğunuz ve daha önemlisi yaptığınız için. Bunu içtenlikle söylüyorum.

 

img150