ŞİİRİ MEŞGUL EDEN KONULAR/ METİN CENGİZ (Varlık, Şubat 2001)

ŞİİRİ MEŞGUL EDEN KONULAR/ METİN CENGİZ (Varlık, Şubat 2001)

Enver Ercan geçenlerde, sırasıyla Metin Celal ile Abdülkadir Budak’ın daha önce farklı başlıklarla uzunca süre,  Sina Akyol’un ise artık son vereceği ve son bir yıldır yazdığı köşede, benim yazmamı teklif edince, Varlık’ta yeniden düzenli aralıklarla yazma fırsatını da bulmuş oldum. Böylece, kendimce kafamı kurcalayan sorunları kaleme alabilecektim. Böyle durumlarda nelerin yazılması gerektiği ya zamana, zamanın getirdiği sorunlara ayırarak güncel takip edilir, ya da daha planlı davranılarak başka bir şey yapılır. Bu başka şeyin ne olduğunu tam bilmediğim için de, içinde yer aldığım, çıkan dergilerden ulaşabildiğim kadarıyla takip etmeye çalıştığım ve yazılar yazıp üzerine düşündüğüm Türk şiirinde nelerin tartışıldığını, şairleri, eleştirmenleri ve şiir üzerine yazı yazanları en çok hangi konuların uğraştırdığını, ve bu arada bu konuların hangi düzeyde dile getirildiğini saptamaya çalıştım. Başka bir şey kendiliğinden çıktı ortaya: Günlerin getireceklerini de harmanlayarak, bu kısacık köşede bu sorunlar üzerine düşünmek, böylece bu sorunların aşılması yolunda (eh artık!) küçük de olsa bir görev üstlenmek. Diğer bir deyişle kültürümüzdeki Janus (Roma mitolojisinde biri öne öbürü arkaya bakan iki yüzlü bir tanrı) doğalarını göstermek.

Şiirin neliği konusunda varılan kuramsal gelişmişlik bağlamında günümüze gelindikçe oldukça yol alındığını hemen söyleyelim. Birçok temel kitap çevrildi. Şairler ve eleştirmenler birçok konuda yeterlikli ve doyurucu yazılar yazdılar, bunlar kitaplaştı. Son yirmi yılda şiir kuramı, şiir ve eleştiri, şiirin yapısı, yakın okuma, estetik üzerine kapsayıcı temel yapıtların çoğu çevrildi, dünya şiirinde adı önemli yerleri tutan şairlerin şiirleri hakkında derinlikli bir bilgi edinilecek denli yoğun bir çeviri/ telif çalışmaları var. Hatta fazlası da var denilebilir, bu konuda. Öte yandan, bu çalışmaların ileri adım attıracağı şiiri besleyecek temel felsefe kitapları Türkçeleştirildi, zengin felsefe dergileri çıktı/ çıkıyor.

Batılılaşma, yön ve zihniyet değiştirme çabalarıyla, edebiyat-şiir meselelerinde varılan düzey, Batıda bu alanlarda olup biteni güncelliği içinde takip etme, Cumhuriyetin ilanıyla bir bellek kesintisine uğramış olsa da, 1940’larda klasiklerin dilimize kazandırılması çabalarıyla taze kan edinmiş olarak, konuyla ilgili Cumhuriyet öncesindeki birikimi de dikkate alarak eskisiyle kıyas kabul etmeyecek bir doğrultuda gelişmiştir. Edebi yapıtın birincil olduğundan hareketle, öncelikle yazınsal amaçlarının olması doğrultusunda yapılan vurgulardan (Servet-i Fünuncular), toplumsal/siyasal amaçlar çerçevesinde kurgulanması gerektiğine (Tanzimat 1. Kuşak yazarları) değin edebi yapıt çerçevesinde oluşturulan kuramsal tartışmalar[1] yazının neliğini açıklamaktan uzak da olsalar, o dönem için atılmış önemli adımlar olsa gerek. Bireyin anonim bir sömürünün ürünü olmaklığından kaynaklanan devlete bağlılığı[2], sınıf çelişkilerinin belirgin olmayışı, siyasal baskı, devletin kurtarılmasının toplumun kurtarılması olarak görülmesi gibi saikler hesaba alınırsa, bu önem anlaşılır.

 

Cumhuriyetin ilanından bu yana özellikle 1940’lardan sonra dergilerde, gazetelerde ve çevirilerde ağırlıklı olarak yer bulan konulara şöyle bir bakmak bu konuda oldukça bilgilendirici. Konuyla ilgili felsefi/ edebi çeviri çalışmalarını bir yana bırakarak yalnızca 1999 yılında dergilerde yazılan yazıların bazılarının başlıkları bile yeterli: Evden Ayrılan şair; Düzyazı Şiirin Doğuşu; Şair, Şiir ve Hayat; Günümüz Şairleri Modern mi; Çağdaş Türk Şiirinde Dönüşümler; Tzara ve Nâzım; Şiir Dili Açısından Doğu’nun Diyalektiği; Mallarmé ve Sembolizm; Modern Türk Şiirinde Üç Ölüm Daveti; Bir Kavram Çevresinde Şiir Kurmak; İslamcı Şiirin Çıkmazı; Folklor Sanata Düşman mı; Yahya Kemal Rimbaud’yu Okudu mu; Cumhuriyet Dönemi Şiirine Bakış; Hilmi Yavuz Şiirinde Sözcük Dağılımı ya da Sözcükten Biçeme ve Şiirsel Evrene; Şiir Felsefesi; Şiir Yorum Eleştiri; Otuzlu Yıllarda Şiir; Şairin Yabancılaşması; Şiirde Açıklık Kapalılık  I-II-III. 2000 yılından ise iki üç başlık şiirimizin kuramsal/estetik boyutunu göstermeye yetiyor: Tevfik Fikret ve Fransız Şiiri; Uzun Denklem Oktay Rifat’ın Şiirinde Folklor ve Modernizm; Türkiye’de Modernist Şiir; Şairin Eleştirmenliği; Söz Estetiği Üzerine vb.[3]

Bütün bu gelişmelere karşın sorunun bir de diğer bir yüzü var. O da dergilerde, gazetelerin kültür-sanat köşelerinde şiir bağlamında ulaşılan kuramsal/estetik düzeye karşın konuşula konuşula içeriğinden boşalmış bazı konuların sürekli dile gelmesi/getirilmesi. Fazla geçmişe gitmeye gerek yok. Şöyle son bir iki yılın dergilerinde, gazetelerin kültür-sanat sayfalarında şairlerle eleştirmenlerin hâlâ neleri tartışmak zorunda bırakılışına bir bakarsak durumu görmüş oluruz. Ben Cumhuriyet sonrası dönemden, eskilerden bir örnek vereyim. Osman Cemal Kaygılı, “Niçin Okumuyorlar” diye bir yazı yazmış 1935’lerde Serveti- Fünun dergisinde (No. 2161). Bir zamanlar bir iki masası gazete ve dergiye ayrılan kıraathanelerden, şimdiki kahvehanelerden birini örnek vererek, bir kıraathanede otuz sekiz kişinin olduğundan, kimsenin okumadığından söz ederek, kadınların, genç kızların okuduğuna değiniyor, “buna bereket” diyerek bitiriyor yazıyı. Sorunu ele alış, ortaya koyuş tarzı, Cumhuriyet öncesi dönemde varılan düzeyin gerisinde. Sosyal-ekonomik-zihinsel yapı irdelenmeden sorun işleniyor. Neden okunmadığının yanıtı havada kalıyor. Ama bir seksenli yıllara değin aynı konuya belki onlarca defa daha değinilmiş. Konuyu detaylandırarak okumamanın kökeninde yatan zihniyet yapısı, kadercilik, devlete bağlılık, bireyin cumhuriyet döneminde  kaynaşmış/bütünleşmiş toplumsal hayali bir yapının şırınga edilmesinden dolayı  ortaya çıkamaması ve Cumhuriyetin Osmanlı öncesi aidiyet durumunu bir başka bağlamda sürdürmesi vb. farklı bağlamlarda, farklı yazılarda ele alınıp işlendiği halde, konu aynı Osman Cemal Kaygılı’nın işlediği düzeyde defalarca ele alınmış. Kimse de “kardeşim, bu konular onlarca defa yazıldı. Doyurucu, oldukça bilgilendirici yazılar. Bu konudan bir şey çıkmaz. Eh ülkemizde köklü bir değişiklik de yok. Öyleyse?” dememiş. Ya da yazarken konu üzerine yazılanların bir listesini vererek “gayrı yeter” dememiş. Belki de bu yüzden olacak, gazetelerde, dergilerde herhalde kılavuzluk kaygısıyla okuma önerileri yapılmış, yazarlara “Son zamanlarda neler okuyorsunuz “ biçiminde pek de anlamlı olmayan sorular sorulmuş. Herkes de paşa paşa cevap vermiş. Belki de okuyucuyla mesafeyi korumak, bakın ne kültürlü dedirtmek; ya da  konuşmak için değer verdiği yazarı-şairi yüceltmek, dolayısıyla kendinin de o öne çıkarılan yerde olduğunu ima etmek için. Ya da soracak bir soru olmadığı için.  Kimbilir? Ama bir şey var ki Cumhuriyet öncesi tartışılan, sorun edinilen konuların çok gerisinde bütün bunlar. Herhalde bizim Janus yüzümüz böyle. İlerlemeyi hesaba katmamak.

Bütün olumlu gelişmelere karşın şu temcit pilavı gibi, kimi zaman zaman da dergiler, gazeteler tarafından, kim bilir hangi kaygılarla, sürekli olarak öne sürülen konuların başlıklarını yazalım şimdi. İşte bizi, şairleri, ta Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana kuramsal boyutta varılan bütün gelişmişliklere karşın kafamızı en çok meşgul eden, konuşmaya en çok hevesli olduğumuz konular:

Öz, biçim, biçem, üslup, genç şair, usta-çırak ilişkisi, gelenek, kuşak, politika-sanat, günümüz dünyası-şiir, gerçeklik ve kaçış, antoloji-genç şair, medya-şiir, medya-şair, ödül ve genç şair, genç şair yetişiyor mu, evrensellik, gelenek-modernizm, şiir nasıl yazılmalı, yetmişli yılların şiiri, seksenli yılların şiiri, toplumcu şiir, Türk şiirinin dünyadaki yeri, şiir ve aşk, şiir  ve anlam vb. Siyah dizerek vurguladığımız konular hariç tutulursa diğer konular artık bir konsensusla aşılmış olmalı. Tartışma konusu yapılmamalı. Ancak, en çok tartışılan konular yine bunlar ve dergilerde hem iç içe ele alınmış, hem en çok rastlanan konular. Hele kimi şairlerle yapılan konuşmalarda bunlar oldukça ağır basıyor. Kendi poetikası üzerine bilgilendirmek yerine ipe sapa gelmeyen, tartışmalı, hamasi sözlerle konuşuluyor. Sanki başka konu dikkat çekmiyor gibi. Şiir kitapları üzerine yazılan yazılarda da bu konular önde. Bu konular bağlamında şairler tanıtılıyor, şiirleri değerlendiriliyor[4]. Doğru düzgün, gelinen yerde oldukça zenginleşmiş şiir sorunlarına, oylumlu araştırma-inceleme-deneme yazılarına/kitaplarına gönderme yok. Sessizlikle bir geçiştirme var. Dolayısıyla buradan yola çıkarak düzeyli bir tartışma/konuşma/yazışma olanağı da yok[5]. Sanki ortada bir yengeç sepeti var ve bu konuları derinlikle ele alan ya da bu konulardan sıyrılmaya çalışan gerisin geriye sepetin içine çekiliyor diğerleri tarafından. Ama ne zaman ki kuşak, antoloji, usta-çırak, genç-yaşlı şairler, günümüzün on-yirmi bilmem kaç şairi söz konusu olsa bütün dergiler, gazeteler söz birliği etmişçesine aynı konuya kilitlenmiş. Hele bir de ilginç, somutlanması oldukça güç geçtiğimiz yıl için yapılan şiir değerlendirmeleri, hatta not vermeler, ad sıralamalar var ki, insan şaşırmaktan kendini alamıyor. Kimsenin aklına başkasını yapmak da gelmiyor. Hani sözlü toplumlarda görgül olanın dışına çıkılamıyor ya ilk bakışta görülüyor bu durum. Herkes dünyada olup biten, tartışılan konuları dert ediniyor gibi. Ancak bunlar üzerine dikkat çekici sözler etmenin dışında derinlikle düşünen, parmakla gösterilecek kadar az. Hatta bunlar suskunlukla karşılanıyor, görmezden geliniyor. İstisnalar bazen öne çıksa da bir süre sonra eski tas, eski hamam, her yer güllük, gülistanlık. Diyeceğim şu ki varılan yer hesaba alınmıyor. Herkes aklına düşeni söyleme hakkını kendinde buluyor. Ya takım anlayışı, ya da bir tür rate dayanışması içinde kuramsal/estetik düzey arka planda kalıyor. Örneğin bir şair/yazar için hâlâ örgütlülüğün esas olduğu vurgulanıyor[6].

Bu dar kapsamda zamanın gürültüsünü oluşturan konular çoğunlukla yıkıcı bir polemik düzeyde gündeme gelmiş. Bu konuları sorun edinerek, polemikten uzak yazılmış yazılar yok değil. Ancak bu tür yazılar çok az. Konuşma ve polemik yazılarında daha çok ilginç, dikkati çekecek biçimde değiniliyor bu konulara. Trene hiç hareket halinde bakılmamış, her binen bindiği yeri ilk istasyon farz etmiş. Dolayısıyla kendi düzeyi varılan düzeyle eşdeğerde görülmüş. Amerika belki yüzüncü defa keşfedilmiş. Tekrarla içeriği boşalmış sözler dahi yeni söyleniyor havasında. Şiire elli yıl öncenin bakışı bu gün ilk defa söyleniyor gibi ileri sürülüyor. Bazen de bugünün koşullarına uyarlanarak aşılmış bakışlar yeni zarf içinde öne sürülüyor. Polemik gırla. Övünmek, kendisi hakkında yargıda bulunmak, kendine önemli pozları vermek en çok rastlanan tavırlar. Bir de her yıl dikkat çekici, özde gündeme yeni olan hiçbir şey getirmeyen sözlerle birilerinin bütün dergilerde aynı anda görülmesi var ki akıl kârı değil.

Bütün bunlar elbette bir çok şeyin göstergesi. Başta dergilerin gazetelerin editoryal düzeylerinin  gözetilmediğini, Türk şairlerinin genelde bazı sorunlara takılıp kaldığını, kabul görmenin motive edici olduğunu, şiir yazmaktan çok şair olmanın düşünüldüğünü vb. söyleyebiliriz.  Hatta olguya psiko-sosyolojik açıdan bakılınca, ortada klinik bir vaka olduğunu söylemeye kadar gider bu. İstisnaları dışarıda bırakırsak, aydınlarımızın, şairlerimizin niye evrensel düşünemediklerini ileri sürüp de dişe dokunur tek şey söylemeyen bile haklılık kazanır. Elbette bunları mesnetsiz bir biçimde söyleyenler niye düşünülemeyeni düşünmüyorlar diye sormamak kaydıyla. Düşünme tembelliği  tanısı hemen konulabilir. İçinde yer aldığımız kültürel-coğrafyada alışılmış tutumun da payı çok. Bu tavrın kafaları meşgul eden bu sorunları sürekli kılarak günü kurtarmayı işaret ettiğini de görüyoruz. Belki de sorunları yüzeysel ele alışın güvenilir olmasından. Söylenmişi tekrardan zarar gelmez. Yaşantı biçimimiz de öyle değil mi?

Oysa Türk şiirinde ele alınıp işlenen konulardaki birikim bir tramplen yapılsa ileri atlamak için hiçbir engel yok. Türk şiirinin kendini nesne olarak görmenin ötesinde, kendini yeniden oluşturacak doğrultudaki düşünme süreci olgunlaştığı halde herkes telaşla davranıyor. Gerçekleşmiyor bu süreç. Oysa kendi üzerine eğilerek düşünme süreci, içinde olsalar bile, entelektüel gelişmişlik bağlamında da olgunlaşmış durumda. Bu entelektüel yükü kaldıracak güce sahip. Oysa daha kendine nesne olarak eğilmek durumunu bile gösteremiyor. Boş yere harcanıyor mevcut olan entelektüel birikim. ‘Sen-ben, kuşak, geleceğe kim kalacak’ gibi boş sorunlar gündemi alıp götürüyor. Dileğimiz, birikimin tramplen yapılması.

Şöyle bir söz vardır: Geleneğe dudak bükmek için geleneğe sahip olmak gerekir.[7] Biz de diyoruz ki kendini atlama tahtası yapmak için bir birikime sahip olmak gerekir. Türk şiiri bunlara fazlasıyla sahip.

*Zorunlu Bir Açıklama: Bir çok arkadaş Aynanın Arkasında başlığının yanısıra, Janus’un İki Yüzü adlandırmasını neden kullandığımı sordu. Ben de yılmadan açıkladım. Arif olanlar zaten kendileri çözdü bu durumu. Hele La Paix üst başlığıyla Kum dergisinde yazdığım yazılar çıkmaya başlayınca “güçlüğü sevdiğim” de söylendi. Hatta, kapalı, kolay anlaşılır olmadıkları,  bunun bir sorun olduğu gerekçesiyle şiirlerimle ilintilendirildi. Oysa Janus (İanus) hiç de bir bilmece değil. Bir yüzü geçmişe, bir yüzü geleceğe bakan ve şu an’da bulunan Roma panteonunun en eski tanrılarından biri. Roma’da oturan ve sefil bir hayat süren Aborigenler’i uygarlaştırmıştır. İtalya’dan gemiyle gelmek ile, Roma sikkesi de onun icadıdır. Dolayısıyla “Janus’un İki Yüzü”nü niye başlık olarak seçtiğim de işimiz limon satmak değil de şiir ile ilgili yazı yazmak olduğu için açıklama yapmayı gereksiz kılacak kadar açık. Hele asıl başlığın Aynanın Arkasında oluşu zaten önemli bir ipucu.

Varlık, şubat 2001, sayı 1121

[1] Kimi çevrelerde kaba aktarımı olarak “Sanat Sanat İçindir/Sanat Toplum İçindir” biçiminde görülür.

[2] Sencer Divitçioğlu, Asya Üretim Tarzı ve Osmanlı Toplumu

[3] Konu başlıkları Mehmet H. Doğan’ın 1999 ve 2000 Şiir Yıllıklarından alınmıştır.

[4] “Üslubunu yaratmış, kendi sesine ulaşmış, özlü şiirler yazıyor, kendine özgü bir şiiri var, ezbere okunabilen, hatırda kalan şiirleri var” gibi ipe sapa gelmez beylik daha yüzlerce tanım var.

[5] Son zamanlarda dergilerde şairlerle yapılan konuşmalara, şairlerin şiir tanıtma yazılarına bakılabilir. Elbette istisnaları, şiirimizin ufkunu açıcı yazı/konuşma ve tartışmaları bunların dışında bırakıyoruz.

[6] Bu örgütlülük yazarın haklarını değil de daha çok düşüncesini içeriyor.

[7] Gelenek karşı çıkmakla hemen yıkılmaz, kökten değişmez. Değişen geleneği değiştiren, o gelenekten gelmiştir, o geleneğin ürünüdür. Dolayısıyla o gelenekten izler taşır. Çoğu şey o geleneğin farklı bir uygulanımını da verir.