ANTOLOJİ, SÜRECİ AÇIKLAMALI
Muzaffer Kale **1920-2015 Cumhuriyet döneminin karakteristik belirleyenlerini şiir ve poetika olarak da içinde geliştiren bir süreç, Cumhuriyet döneminden önceki şiire etki eden düşünce akımlarını, 1920-2015 sürecinde gelişim/değişim evreleri bakımından nasıl değerlendirebiliriz. Cumhuriyet dönemiyle birlikte ne, nasıl değişti?
Metin Cengiz-Bilindiği gibi Türk-Osmanlı toplumu İslâm düşünce ve kültürü içinde serpilip gelişmiştir. Bu gelişme yaklaşık 14. yüzyılda tamamlanmış ve Divan edebiyatı, Tekke şiiri ve Halk şiiri (Saz ve âşık edebiyatı) de dahil tüm kültür ürünleri bu düşünce ve medeniyet algısı içinde üretilmiştir. Hatta Osmanlı döneminde education sentimentale (duygusal eğitim) olarak saray ve çevresinde verildiği bilinir. Ülkemizin modernleşmesi sürecinde ise dünyaya, gerçekliğe, insana, topluma, hatta geçmişe, bugüne ve geleceğe bakışta görülen değişiklikler ve gelişmeler şiirdeki gelişmelerle iç içe ve aynı düşünsel zemin ve gelişme seyri içinde gerçekleşmiştir. Cumhuriyet dönemine değin olan biten bu doğrultuda olmuştur. Bu dönemin iyi anlaşılması gerekir zira cumhuriyet sonrasında olup bitenlerin temeli o dönemde atılmıştır.
Bu nitelemeler cumhuriyetin ilanına değin yaklaşık iki yüzyılı aşkın bir kültürel değişim dönüşme sürecini işaret ettiği gibi bu uzun sürece yayılmış “ıslah hareketlerini”, tüm eksikliklerine karşın Osmanlı aydınlanması diyebileceğimiz bir düşünme, kavrama ve davranış demek olan hayat felsefesini de geliştirdi. Toplumsal gelişme ve olgulara bu pozitif yaklaşımın bugün yaşanılan sert felsefi (Doğu-Batı), edebi (Tevfik Fikret/ Mehmet Âkif Ersoy-Nâzım Hikmet/Necip Fazıl Kısakürek) ve siyasi (İslamcı/Laik) tartışmalara zemin hazırladığını da belirtmek gerekir. Bu değişiklikler durmadan sürecek, kökleşmiş kültürün direnişiyle karşılaşacak, bir senteze ulaşacak, ve sistemli bir düşünce olarak felsefi ve edebi açıdan olgun meyvelerini vermesi için yüzyılın başını beklemek gerekecekti. Bu olgunlaşmaya değin Türk aydınlanması daha çok iç içe giren edebiyat, felsefe, gazetecilik, sosyoloji, siyaset ve şiir zemininde gelişip birikecektir. Tanzimat döneminde Şinasi, Ali Süavi, Münif Paşa, Cevdet Paşa gibi öncü düşünürler (Ali Süavi Osmanlıcılık, Türkçülük, İslamcılık ve Batıcılık görüşlerinin birbirlerini tamamlayan fikirler olarak niteleyerek ilk defa uzlaştırmaya çalışan); 1. Meşrutiyet döneminde Ziya Paşa ve Namık Kemal’in düşünce ve edebiyat hayatına damga vurmuşlardır. 2. Meşrutiyet döneminde ise Servet-i Fünun etrafında toplanan Hüseyin Cahit, Ahmet Şuayp, Mehmet Rauf ve Cenap Şahabettin öne çıkar. Ve elbette Servet-i Fünun’un yetiştirdiği Tevfik Fikret şiirde, yine o dönem Ziya Gökalp düşünce hayatında belirleyicidirler ancak diğer taraftan Yusuf Akçura, Ağaoğlu Ahmet, İsmail Gaspıralı gibi isimler de etkili olacaklardır. En önemlisi de birbirine zıt düşünsel ufuklardan, Baha Tevfik ve Abdullah Cevdet gibi materyalist yazar ve düşünürler ile İsmail Hakkı İzmirli, İsmail Fenni Ertuğrul ve Mehmet Ali Ayni gibi modernist İslamcı düşünürlerin de düşünsel gelişimimizde rolleri olmuştur. Mehmet Âkif Ersoy bu ikincilerin şiirde güçlü sesi olarak görülecektir. Bu böyle devam eder. Bu dönem cumhuriyet döneminde de sürecek düşünsel gelişmelerin temelini oluşturmaktadır.
Cumhuriyetle değişen ise modern dünyanın düşünsel akımlarının çeviri çalışmalarıyla hızla ülkemize girmesi, sanatta ve edebiyatta etkilerini göstererek modernleşmenin ivmesinin hızlanmış olmasıdır. Fütürizmden varoluşçuluğa, dadaizmden Marksçılığa, sembolizmden üstgerçekçiliğe (…)uzanan bir zeminden söz ediyoruz. Bugün de farklı modernist düşüncelerden etkilenmeler devam etmekte, sanat, edebiyat ve şiirde farklı gelişmeler gerçekleşmektedir. Ancak dikkat, cumhuriyet öncesi bu topraklarda son yüzyıllarda mayalanan, kök tutan ve birbirleriyle taban tabana zıt yönlerde olan düşünsel eğilimler ve bunların sanat, edebiyat ve şiirdeki yansıması bugün de belirleyici olmakta, günlük hayatımızı etkilemektedir.
MK**1920-2015 tarihleri arasında belirginleşen şiir hareketleri ile aynı döneme denk gelen dünya şiirini karşılaştırdığımızda , (ki bu konunun üstüne ayrıca kafa yorduğunuzu önceki çalışmalarınızdan anımsıyoruz) nasıl bir tablo ortaya çıkar, belli başlı göstergeleriyle değerlendirebilir misiniz?
MC-İşin içine dünya şiiri girince bir değerlendirme yapmak oldukça güç. Hangi dünya? Dünya sözcüğünü çok kolay kullanıyoruz ve sanıyorum modern şiirin gelişmesi Fransa’da olduğu için dünya derken bu ülke eksenli düşünülüyor. Ve biraz da diğer İngiltere, Amerika, İtalya vb. gibi ülkeler. Zira birçok ülke şiirini tam tanımıyoruz. Çevrilen üç beş antolojiden bilgi sahibiyiz.
Ama şunu söyleyebilirim. Modern şiirin bir kere serpilip geri kalan bütün dünya ülkelerinde yazılan şiiri etkilemeye başlamasıyla, her ülkede farklı bir modernleşme başladı. Plastik değerlerin örgütlediği klasik şiirin yerini serbest vezinle yazılan ve imgenin örgütlediği şiir aldı kısaca. Ama her ülkenin koşulları, geleneksel yazını ve algısı farklı olduğu için de farklı farklı modernleşmelerden söz etmek yerinde olacaktır. Cumhuriyetten önceki iki yüz yıl modern şiire bir hazırlık dönemi olarak değerlendirilirse, cumhuriyet sonrası bu hazırlığın tamamlandığı dönem olarak adlandırılabilir. Artık gözümüz ille de bir ülkede olup bitende değil Kendi gelişme seyrimizle neler yapabileceğimizde olmalı.
MK** ‘‘Süreç içinde eleştiri ve polemikleriyle önem kesbeden şairlere şiirleri nitelik olarak zayıf olsa da antolojide, bir dönemi net gösterebilmek kaygısıyla yer verildi.’’ Diyorsunuz antolojinin önsözünde, bir şairin şiiri dışında ayrıca poetik yazılar yazmasını o şairin şiirsel eylemini tamamlayıcı bir unsuru olarak mı görüyorsunuz.
MC-Hem evet hem hayır. Bir şairin yazı yazması sadece kendi poetikasını geliştirmez, diğer şairleri de etkiler. Hatta şiir çevrelerinde etkili olur. Bu her yerde/ülkede böyle olmuştur. Bunun için de eleştirmenlerin yazdıkları değil de şairlerin ne dedikleri daha etkileyici görülmüştür. Bu sebeple yazılarıyla poetikaya etki eden, polemiğe girip şiir çevrelerinde öne çıkan şairleri dönemin şiirsel gelişmesindeki seyri göstermek amacıyla yer verdim. Antoloji sadece iyi şairlerin boy gösterdiği bir derleme olarak algılanmamalı. Antolojiyle kasıt bir süreci açıklayıcı bir biçimde vermek olmalı.
MK**Bir dönemin antolojiye seçilen şairlerinin özelliklerinden söz edilirken ‘‘kişilikleri seçilebilen’’ şeklinde nitel bir ayrıntıdan söz ediyorsunuz. Nedir bir dönemi kavrarken kişilikleri seçilebilen şairlerle o dönemi kavramak esprisi, buna önceki dönemlerden veya dünya edebiyatından örnekler verebilir miyiz?
MC-Dünya edebiyatını bir tarafa koyalım diyeceğim, zira kimse bu konuda net bir şey bilmiyor, buna ben de dahilim; ama örneğin Fransa’da bir şairin ciddiye alınması için en azından bir kırkını geçmesi hatta elliyi bulması lazım. Bu gördüğüm kadarıyla birçok ülkede böyle. İtalya’da, İspanya’da, Romanya’da… Gençleri desteklerler elbette ama hepsi bu. Ülkemizden söz edersek… Örneğin “Seksen Sonrası Dönem” derken uzun bir süre yanıltıcı bir çok isimden söz edildi. Bazı isimler kişilikleri belirgin olarak kabul görüp öne çıktılar. Ama yine de kalabalık bir isim listesi gündemi belirledi. Oysa bugün bu dönemden söz ettiğimizde bir elin parmak sayısını geçmediğini görüyoruz. Bu biraz da kılı kırk yarmaya bağlı. Ben bugün baktığımda “kişilikleri seçilebilen” şairleri görebiliyorum ve bunlara da dikkat çektim. Bu şairlerden fire veren olur mu? Olabilir. Ama adı ön plana çıkmış olup da antolojiye giremeyen birçok şair namzetinin halen ortak bir manzumeler denizinde kulaç attığını, ya da aşk, ayrılık gibi belli temaların dışına çıkamadığını görüyorum. Bu sebeple de “kişilikleri seçilebilen”ler arasına almadım. Yani bir antoloji hazırlayıcısı olarak ortak, genel geçer yargılara uymak yerine kendi değer yargılarımla hareket ettim.
MK**Antoloji, bu yüzyılın eleştirel bir okuması olarak da okunabilir, diyorsunuz önsözde, bu eleştirelliği dönemlerin siyasi, ekonomik, politik, kültürel değişimleriyle birlikte algıladığımızda ortaya nasıl bir bütün çıkmaktadır?
MC-Benim hazırladığım antoloji toplam 127 şairi kapsıyor. Ağırlığı bu şairler üstüne yazılan yazılar oluşturuyor. Bazı şairler hakkında sadece bir yazı değil, beş ve hatta altı yazı yazmış biri olarak antolojiyi sürekli güncellemeye çalıştım. Ama bu kolay değil. Bu 127 kişi hakkında ortalama dörder sayfa yazsanız, ki zaten 16×24 büyük boy, 572 sayfalık bir antoloji, kitapların okunması, not alınması, her şairin poetikasının o poetikayı açıklayabilecek uygun eleştirel yöntemlerle değerlendirilmesi bir on yılı bulur. Bazı keskin zekalılar “eski yazılarını toplamış” şeklinde orda burda feveran etseler de gerçek bu. Sadece hakkıyla bir şairin 6 kitabını okumak iki ay alır. Değerlendirilmesi ile bu 2 ayı geçer. Biz burada 127 şairden söz ediyoruz. (127X2=508/12=yaklaşık 21 yıl çıkıyor ortaya) Durum bu. Kaldı ki dünyanın her yerinde eleştirel yazılar dergilerde, gazetelerde yazılır, sonra toplanarak bir araya getirilir. Ben planlı çalışırım, hiçbir yazım tesadüf yazılmamıştır. İlk yıllarda birçok yazım tesadüflerin eseri olsa da kısa zamanda boşa kürek çekmemeyi, gördüğüm sorunların üstüne giden kitap bütünlüğünde yazılar yazmayı öğrendim. Ayrıca hiç parçasını yayımlamadan yazdığım kitaplar da onu bulur. Ama bu sadece bir antoloji değil. Bir edebiyat tarihi de.
Ortaya çıkan sonuç? Türk şiiri şu anda derin bir krizde. Yaşını başını almış şairler bile ortalama bir şiirin ardında. Şiire gereken emeği veren az. Yakınlarda değil ama ben bu edebiyat tarihinin yani antolojinin bir on yıl sonra yeni bir baskısını yapsam en az bir otuz kişiyi almam. Bu şu andaki fikrim değil, daha hazırlarken bile düşüncem bu yöndeydi.
Ben insan krizde şiir de krizde demeyeceğim. Dünyaya yön veren güçler sahici bir şiir yazılmasını istemiyorlar. Şiir bu sebeple krizde. Diyeceğim.
Muzaffer Kale, Cumhuriyet Kitap Eki, 28.07.2016