YAŞLI KİTAP ÜZERİNE YAVUZ ÖZDEM’E BİR MEKTUP
“Canım Kardeşim” Yavuz;
Mektubuma senin dizelerinle, “Ve yüzü insana / ve yüzü doğaya dönük / ve yüzü canlıya meyilli” başlıyorum. Yazacaklarım son kitabın “Yaşlı Kitap” özelinde, şiir hakkında. Mektup biçimini seçmemin nedenine gelince; şiir hakkında söyleyeceklerimin olduğundan büyük görünmesini istemiyor olmam. Elbette sadece şahsi tespitlerde bulunmak değil amacım. Sana bazı sorularım da olacak. Yanıtlarsan memnun olurum. Belki böylelikle şiir konusu benim için biraz daha açıklık kazanır.
Sevgili Yavuz; bir soruyla başlamak istiyorum. Son kitabının önceki şiir kitaplarından sence farkı ne? Nerede? Bu sorumu üslup , tema v.b. bakımlardan yanıtlarsan sevinirim. Gerçi ben “Yaşlı Kitap”a ilişkin bir ipucunu kitabın içinde bulduğumu düşünüyorum. 36. sayfada, “Bahçe” başlığı altında, şöyle diyorsun: “Şaire gelince; İhtimal ki şair, / şiiri sadece anıların zembereğini / kurmak için bir araç olarak düşünmüş.” Bence bu dizeler, “Yaşlı Kitap”ın bütünlüğü hakkında önemli ipuçları veriyor. Sen ne dersin? Eğer haklıysam, bu yeni kitabınla birlikte yeni bir şiir anlayışını da geliştiriyorsun. Gerçi bu yeni anlayışın ipucunu da bir önceki kitabın “Meydanda Kalalım”daki “Çıplak Fotoğraf” adlı şiirin son dizelerine doğru görmek mümkün. “Anladım / Görünüşler dünyasında / Rastladığımız / Asıl aradığımızdır” Bana kalırsa, bu dizelerle yukarıdakiler arasında gözden kaçırılmaması gereken bir bağ var. Sanki bu dizeler, öteden beri şairin şiirini kurarken, Varlık’ın arkasında örtülü duran hakikati açığa çıkartmak için sırtını imgeye dayamasına karşı çıkıyor. Teknik ayrıntıları ihmal edip, kabaca söylersek, felsefe tarihinde sistemli olarak Platon’la başlayan hakikat arayışı, varlığın arkasında, görünüşlerden bağımsız bir öz, bir temel arayışı olarak süregelmiştir. Eski Yunanca’da hakikat anlamına gelen “Alethia” kavramı, yine kabaca söylersek, “örtülü olanın üstünü açma” anlamına gelmekteydi. İşte batı şiiri de buna koşut bir biçimde gelişti dersek, şiirin felsefeden önce geldiğini unutmadan, yanlış bir şey söylemiş olmayız. Elbette felsefeden farklı olarak şiir, hakikati açığa çıkarmakla değil, onu ima etmekle ilgilidir. Bu yönüyle de, kendini dilde göstermekle birlikte, şiirin bir söz ya da yazı sanatı olduğunu söyleyemeyiz. (Bir sanat türü olduğunu bile söyleyerek, bana şiire ihanet etmiş oluruz gibi geliyor ya neyse.) Sen bu konuda ne düşünüyorsun?
İzninle “felsefe yapmaya” devam edeceğim. Yukarıda Platon’la başladığını söylediğim arayış, Aristoteles’in “ilk-felsefe” konularını ele aldığı “Metafizik” adlı kitabından mülhem, felsefede metafizik adıyla anılır oldu. 19. yüzyılın sonlarına, E. Husserl’e, oradan da 20. yüzyılın başlarına N. Hartmann’a kadar, varlık kuramı anlamına gelen ontolojiyle metafizik bir kabul edildi. Hartmann’la başladığı kabul edilen “Yeni Ontoloji”, varlığı anlamak için onun arkasında bir öz aramaktan vazgeçti ve bana göre “Dünya, olduğu gibi olan herşeydir.” önermesiyle başlayıp, “Üzerine konuşulamayan konusunda susmalı.” önermesiyle biten, L. Wittgenstein’ın “Tractatus”uyla zirveye ulaştı.
Peki bu gelişen yeni Varlık anlayışına uygun, yeni bir şiir söylemi nasıl olmalı? Bunun Türkçe imkanı nedir? Ben “Yaşlı Kitap”ı okurken, bu kitaptaki şiirlerin, yukarıdaki sorulara yanıt verdiği izlenimine kapıldım. Bilmem haksız mıyım? Bu şiirler aracılığıyla asıl aradığının, görünüşler dünyasında rastladıkların olduğunu, bu yüzden de şiirini anıların zembereğini kurmak için bir araç olarak düşünürken, görünenin üstünü imgeyle örtmek yerine, tam tersine tek tek imgeleri kaldırıp bir kenara attığını, böylelikle uzun zaman boyunca sırtımızı döndüğümüz Varlık’a nefes aldıracak bir Açıklık kazandırdığını düşündüm.
“Gizli Çiçek Kolonyası” şiirinde diyorsun ki; “Gizli çiçek kolonyası gibi şiirsel bir nesne, hayatla / yeni ve anlık bir ilişki kurmama neden oldu.” Demek ki şiir bizim Varlık’la dolaysız bir ilişki kurmamızı mümkün kılıyor. Çünkü “Elma” şiirinin sonunda söylediğin gibi, “Elma İmgenin içinde değil / İmge elmanın uzantısı” ve “Bir çocuk / Kuyu suyu çarpar / Her sabah yüzüne / O imgelerle” (Yazıyla Bir Çaydanlık adlı şiirden)
Şimdi izninle başka bir konuya geçeceğim. Kitabın Ağustos ayında yayınlandı. Ben bu mektubu Ekim’in 14’ünde yazıyorum. Eskiden bir eser yayınlandıktan uzunca bir süre sonrasına kadar hakkında bir eleştiri yazılmazdı. Belleklerde iyice yer etmesi beklenirdi. Bugün yayınlanır yayınlanmaz hakkında yazılıyor. Hatta daha yayınlanmadan yazılıp çizilip gündem oluşturuluyor. Sorum şu: Şiirin gündemi olur mu? Şiirin zamanla ilişkisi nedir? Tarihsel midir ya da tarih mi? Bu soruları sormamın nedeni, “Yaşlı Kitap” adlı şiirin sonunda “Bunun üzerine anladım ki yaşlı olan kitap değil / tahta kokusu zamanın.” diyor olman.
Sevgili Yavuz; mektubumu senin ağzından bir soruyla bitiriyorum. Çünkü şiir üzerine her söylem aslında insanın önce kendisine, ardından İnsan’a sorduğu bir sorudur.
Karıştırmaz mıyız anı
Hepimiz bir kereliğine
Belki imge
Belki sadece bu
Toprağın İffeti, adlı şiirden
NOT: Ben en çok “Merdiven” adlı şiiri sevdim. Bu yüzden onun hakkında konuşmuyorum.
Sevgiler,
Gökçen Yılmaztürk, 14.10.2014, Kadıköy
GÖKÇEN YILMAZTÜRK’ÜN 14.10.2014 TARİHLİ MEKTUBUNA CEVABIMDIR
Gökçen Kardeşim,
‘Karıştırmaz mıyız anı
Hepimiz bir kereliğine’
Evet kariştırırız an’ı hepimiz, ama kim bilir ‘kaç kereliğine’. Hem bu karıştırma meselesi şizofrenik bir hal değildir, esrik olma hali de değildir; bence bir özel haldir; bir alt üst oluş hali diyelim. Hem karıştırdığımız sadece gerçekle-düş de değildir; yaşlılıkla-gençliği de karıştırdığımız olur, özgünlükle sahteliği de, sıcaklıkla soğukluğu da; liste uzar gider. Uzadıkça yeni yeni bağlamlar oluşturursunuz şair olarak veyahut da hayat yeni yeni bağlamlar oluşturmuştur; üstelik bir şairin oluşturacağından daha sağlamdır; ama onu yakalamak da şaire kısmet olur, olmuştur; böyle diyelim ‘Yaşlı Kitap’taki şiirler için. Şunu da eklemeliyim zaman, tarih, nesneyle vs. olan imtihanım da ortaya çıkan bu yeni yeni bağlamlara ilişkindir
Hoşgörülü Kardeşim, ‘istediğim sorudan başlayabilir miyim?’ diye sana sorma fırsatı bulamadım; ama ‘evet’ dediğini varsayarak son sorudan başladım mektubuma. Hoş, senin mektuptaki soru cümlelerin ; bizim dilbilgisindeki adıyla birer ‘sözde soru’ cümlesi, zira sen, zaten soruların içinde geliştirdiğin anlatımlarla konuyu bir güzel özetlemişsin. Ben de müsaade edersen bunlara cevaplar yetiştirmeye çalışmayayım. Ayrıca, ‘Yaşlı Kitap’ın öncekilerden farkı ne? sorusu başta olmak üzere, doğrudan kendi şiirime yönelik sorularına karşılık birşeyler söylemem de pek yakışık almaz diye düşünüyorum.
Sevgili Kardeşim; özellikle yeni ontoloji, varlık ve varlık’ın arkasında örtülü duran hakikati açığa çıkarma bağlamlarında, Yaşlı Kitap’tan kimi dizeler tespit edip bunları örnek göstermen, hiç şüphesiz bana güç verir, verdi. Ancak senin, (şair) ‘varlık’ın arkasında örtülü duran hakikati açığa çıkartmak için sırtını imgeye dayamasına karşı çıkıyor’ tespitinden hareketle küçük bir değerlendirme yapmam da kaçınılmaz gibi. Öncelikle şairin hakikati aramak, onun üzerindeki örtüyü kaldırmak gibi bir derdi var mıdır, olmalı mıdır; hakçası pek karar veremediğim veyahut da emin olamadığım bir konu. Şairin böyle bir derdi olmamış olsa da; o arada hakikatin üstündeki örtüyü hesap etmeden, hakikatin peşine düşmeden de kaldırmış olabilir. Bildiğin üzere şiir, hesap kitap kaldırmaz ve şairin niyetinden de bağımsız gelişir. Demem o ki şair, hakikati imgeye yaslanarak da arayabilir. İlaveten şiir veya şiirdeki imgenin durumu, felsefece kuramsal yapıların üstündedir ve herhangi bir kurama dayanmak durumunda değildir; ancak ille de bir kuramsal yapıdan söz edeceksek, yeni ontolojinin kuramsal yapısı, benim şiirime insanı sadece tek bir varlık alanı ile ele almadığından; çok yönlü bir insan anlayışı ortaya koyma çabası ile daha yakındır.
Gökçen Kardeşim, şiirin bir söz veya yazı sanatı olmadığını vurgulaman ayrıca önemli; çünkü bildiğin gibi okullarımız yıllar yılı belleklere şiirin bir edebiyat türü olduğunu yerleştirir, yerleştirdi. Bu minval üzere şiirin edebiyat dışılığının sık sık gündeme gelmesi son derece isabetli olur. Ama gönlümden geçen şey, okullarımızın çocuklarımıza şiirin, toprakla ve insanla yan yanalığını kavratmasıdır. Hayal bu ya, Kutsal Kitaplar tanıtılacaksa; şiirin içinden olmalı. Sümerler de Kızılderililer de, Gılgamış, İlyada, Odesa da..onlar da, büyük keşifler de….Şiir, insanoğlunun zamanı kavrama türüdür. Çocuklara asıl bunlar anlatılmalıdır.
Benim Felsefedeki Kardeşim, her türden sanatsal ürünün kültür endüstrisinin bir parçası olarak ele alındığı günümüzde, aslında şiire (ve felsefeye) ilişkin bütün bu ‘teknik’ değerlendirmeler, tartışmalar, eleştiriler vs. anlamını da yitiriyor bir yerde. Bu, zaman değişti, devir kötü şablonu değil; kimse ‘şiir okumuyor kardeşim’ suçlaması hiç değil; (hatta böyle çıkışlar yapan arkadaşlara da söylemek lazım, başka başka memleketlerde de kimse şiir okumuyor artık) bu başka bir şey, farklı bir süreç. Çok da uzatmadan şu kadarını söyleyeyim. Sanallık öne çıktı. Gerçeği algılama biçimlerimiz farklılaştı. İnsan yüzü göremez olduk. Mekanlarımız gitti, mekanlarımızın dili…yerellikler, onların dilleri, şiveler…. gitti….daha ne olsun. Kapitalizm, küresel formuyla şahlandı(!) ve biz ‘insan kalanlar’ geride(!) bırakıldık. Bu ‘yeni durum’ umutsuzluğa mı tekabül eder, ahkâm kesmek istemem; ama bir biçimde evet. En azından ütopyasız bir dönemi yaşamakta insanoğlu. Yalnız Kültür endüstrisi-piyasa teslim alamadı henüz şiiri. Bir kere insanla eş doğasından ötürü, sonra ‘üst satış’ fiyatı itibariyle matbaadan, yayıncıya; oradan dağıtım ve kitapçıya kadar hiç kimseye bir ‘eder’ sunmamasından. Anlayacağın enseyi tümden karartmayacaksak; yine şiirin yüzü suyu hürmetine karartmayacağız. Yoksa pek çok şey yaşlanırken, üstelik bu süreç benim gibi 1950’lerde, 1960’larda doğanların gözleri önünde yaşanıp, yaşanıyorken; şiir durur mu o da yaşlanırdı.
Sevgili Kardeşim, şiirlerimi değerlendirmen, düşüncelerini ve tespitlerini bir mektupla bana göndermen, beni çok mutlu etti. Eski söyleyişle ihya etti, teşekkür ederim sana.
İyi dileklerim olsun.
Yavuz Özdem, 20-EKİM-2014